İLK ADIM
Arabadan indiğim anda ruhumu saran heyecan kendi benliğime bile yabancıydı.İçimde, bir türlü engel olamadığım bir ürperti vardı.Taşımakta olduğum rengi solmuş mavi çantalar olmasa, ellerimin titremesini gizlemek için ne yapabileceğimi bilemezdim. İçimden “iyi ki ellerimde çantalarım var,”diyordum. Eski püskü olsalar da, farklı bir dünyaya gelmiş olmamın, içimde oluşturduğu ikilemleri dışa vuran ellerimi oyaladıkları için, çantalarımı daha çok sevdim.
Dört aylık askerlikten sonra kendi elimle çektiğim kurada, güneydoğunun bir ili çıkınca, içimi üzüntü ile karışık bir korku doldurmuştu.Neden böyle bir duyguya kapıldığımı tam olarak açıklayamıyordum.Aklıma gelen ilk neden, o yöreler hakkında dinlediğim yalan yanlış bir çok öykünün, bende yarattığı olumsuz çağrışımlar olabilirdi.Ama şu an, bunları daha gerçekçi bir şekilde irdeleyebilecek zihin duruluğuna sahip değildim.Kendi kendime, “Bu konu üzerinde fazla durmanın bir anlamı yok,”dedim. “Nasıl olsa tüm gerçekleri yaşayarak öğrenmek için, önümüzde bol bol zaman var.”
“Otel Saray” tabelasını gördüğümde, içimde yine bir ürperti kıvılcımının titreşimlerini hissettim.Kapının önünde kısa bir süre soluklanarak, kendi kendime, sakin olmam gerektiğini telkin etmeye çalıştım.Çantanın birini yere bıraktım ve kapıya uzandım.Tam o sırada kapı kendiliğinden açıldı.İçeriden,kısa boylu ve zayıf bir genç, çantaları almak için uzandı. “Hoş geldiniz,”dedi,saygılı bir sesle.Elimden aldığı çantaları salonun bir köşesine bıraktı. “Hoş bulduk,” derken ,içimi sıkmakta olan gerilimin azaldığını hissettim.Elimi uzatarak kendimi tanıttım. “Memnun oldum,” dedi,otel görevlisi. “Sizin gibi yeni gelen bir çok öğretmen arkadaş da otelimizde kalıyorlar.Siz nerelisiniz?” Önce, “Batıdan,”diye yanıtladım.Sonra düşündüm,batı memleketimin yönünü tam tanımlamıyor,devam ettim. “ Pek batı sayılmaz,daha doğrusu bulunduğumuz yere göre,kuzeybatıdan,ben Karadenizli sayılırım.” “Hangi köye gideceksiniz?”Diye sormaya devam etti. “Akyol’a” dedim, “Bu yeni adıymış.Eski adı Kilisi imiş,biliyor musun?” “Evet,çok iyi bilirim.İlçe merkezine dört kilometre uzaklıkta bir köy.Geldiğiniz yol, köyün yakınından geçer ama arada yüksekçe bir yer olduğundan görünmez..Dikkat ettiyseniz ilçeye yaklaştığınızda ,en son çıkılan rampa üzerinde, çok büyük tarihi bir ağaç vardır.Tam orada arabadan inip yaklaşık on dakika güneye yürüyeceksiniz.Kilisi Köyü karşınıza çıkar. Çok şanslısınız öğretmenim,ilçenin bir mahallesi sayılacak bir köye atanmışsınız.” Bunları duymak beni daha çok rahatlattı.İçten içe sevindim.
Yorgundum,sözü daha çok uzatmak istemedim.Otel görevlisi ile yaptığımız kısa konuşmanın verdiği moral ile iyi bir uyku çekebileceğimi düşündüm. “Kalacağım odayı gösterir misiniz?” Dedim. “Elbette,buyurun.” Dedi. “Çantaları da çıkarmamı ister misiniz?” “Evet iyi olur.” Çantaları alıp merdivenlere yönelen gencin arkasından istekle yürüdüm.
Ertesi gün moralim, düne göre çok daha iyi idi.Benimle aynı zamanda ataması yapılan iki meslektaşla tanışmıştım.Onların atandığı köylerin ilçeye çok uzak ve bazı olanaklardan yoksun olduğunu öğrenince,otel görevlisi Bekir’in dediği gibi, gerçekten şanslı olduğuma inanmıştım.Bir an önce atandığım köyü görmek ve tanımak istiyordum.Bana en çok lazım olacağını düşündüğüm eşyalarımı bir çantada toplayarak, diğerini daha sonra geldiğimde teslim almak üzere otele bıraktım.Elime aldığım tek çanta ile şehrin ana caddesinden araba garajına doğru giderken, içimin gene heyecanla titrediğini duyumsuyordum. Beni bu kadar heyecana sürükleyen sebebin ne olabileceğini kendi kendime sorguluyor, ama bir türlü anlamlı bir yanıt bulamıyordum.Bu atanmam ilk değildi.Yani ilk kez öğretmenliğe başlamıyordum ki.Öyleyse içimi titreten bu heyecanın nedeni ne olabilirdi?Aklıma gelen ilk neden, hayatımda ilk kez görmekte olduğum coğrafi bölgenin,sosyal farklılıkları idi.
Ana cadde üzerindeki bir kahvehanede çalınmakta olan plaktan, Kürtçe bir ezginin, ağıta benzer nameleri ortalığı çınlatıyordu.Ne dediğini anlamasam da yanık bir halk türküsü olduğundan kuşkum yoktu.Kahvehanenin önünde, alışılmışın dışında küçük masa ve oturaklar vardı.Oturaklar yere çok yakındı ve dört tane yuvarlak çıtaya, ip gerilmek suretiyle yapılmışlardı.Öbek öbek insanlar, küçücük masaların çevresine rahat bir şekilde oturmuşlar, oyun oynamaktaydılar.Bu kadar küçük masalarda, nasıl bu kadar rahat oturabildiklerine şaşmamak elde değildi.Belki de beni heyecanlandıran asıl neden alışık olmadığım bu görüntülerdi.Yurdumun farklı bir iline değil de sanki başka bir ülkeye gelmiş gibi bir duyguya kapılıyordum.Görmekte olduğum ilkleri belleğime işleyerek yürüdüm.
“Kilisi’ye mi gitmek istiyordun hoca?” Sürücü yamağının tuhaf bir şive ile sorduğu bu soru,beni otobüsün rahat koltuğunda daldığım hayallerden ayırdı . “Evet,” dedim aceleyle, otelci Bekir’in tarif ettiği asırlık ağacı fark etmiştim. “Burada ineceğim.” Araba durdu.Ben ayağımı yere basar basmaz, arkasında koyu bir toz bulutu bırakarak hızla uzaklaştı.
Kum zeminli toprak yol ortasında tek başıma kalmıştım.Kendi memleketimden yüzlerce kilometre uzaklarda idim.İlk kez gördüğüm ve bir dağ başından farksız ortamda, yaşamımın yepyeni bir dönemine adım atmak üzere, ilerlemek zorundaydım.Önce bana tarif edilen ağacı bulmuştum.Şimdi sıra köyün hangi yönde olduğunu bulmaya gelmişti.Daha sonra göz alabildiğine geniş ve engebeli arazide, araya araya köyümü bulacaktım.
İşlek yolun sağ tarafında, hemen yolun kıyısında kocaman bir ağaç vardı.Sonradan öğrendiğime göre, ‘tek ağaç’ adı ile bölge de tanınan bu ağacın yaşının ,beş yüz yıldan fazla olduğu söyleniyordu.Gövdesinin çevresi on metre kadardı.Yere yatay olarak uzanan kollarının her birinin kalınlığı yetişkin birer ağaç gibiydi.Yol kenarından bir süre süzdükten sonra ağacın yanına yürüdüm.Ağacın çevresi, dallarının gölgelediği alan kadar, taş duvarla sınırlandırılmıştı.Duvarın sınırladığı alan içerisinde,başlarında duran dikili taşlardan mezar olduğu anlaşılan, iki tümsek vardı.İçinde bulunduğum ruh hali mezarları incelemeye uygun değildi.Yolun karşı kıyısından başlayan patika beni çağırıyordu.Uçsuz bucaksız gibi görünen arazide, sonsuzluğa uzanıyormuş hissi veren patika yola doğru yürüdüm.
Yüksek düzlüğün ortasına yakın bir konumda, uzayıp giden tek kişilik patikanın her iki yanına, gökten karpuz büyüklüğünde taş yağmış gibiydi.Taşların arasından renginin kahverengi olduğu seçilen toprağın verimli olduğuna emindim.Ancak, neredeyse toprak yüzeyinin irili ufaklı taşlarla tamamen kaplı olması tarım çalışmalarına uygun görünmüyordu.Taşların temizlenmesi ile tarıma elverişli bir duruma getirmek sanıyorum çok zor olmazdı.Fakat toprak işleyen insan nüfusunun azlığının, işlenebilir verimli toprakların bile yarısını, onlarca yıl otlağa bırakmaya zorunlu kıldığını daha sonra öğrenmiştim.
Ana yoldan patikaya çıktığımda saate baktım.Köy on üçüncü dakikada göründü.Yürümekte olduğum yüksek düzlük, bıçakla kesilmiş gibi dik bir meyille sona eriyordu.Yüksek düzlüğün kırılma noktasında, yani alt sınırında küçük bir dere akıyordu.Dereden sonra başlayan düz çayırlığın ortasına da köy kurulmuştu.Bir süre, köyün tamamının en iyi görülebildiği bu noktadan köyü inceledim.Tümü birbirine bitişikmiş gibi yakın duran evlerin, hepsi toprak damlı ve birer katlı idi.Evlerden yalnızca birinin iki katlı olduğu görülüyordu.O evin ağanın olduğundan emindim.Köyün güneyinde,köy evleri ile aralarında elli metre kadar bir aralık bulunan beton binanın, okul olduğu anladım.Çevresinde çalışan insanlar vardı.Üzerinin kiremitleri döşeniyor gibiydi.Ağaç yoksulluğu dışında köy bana sevimli geldi.İlk görüşte böyle bir izlenim bırakması moralimi düzeltti.Yavaş adımlarla inşaatı devam eden okul binasına doğru yürüdüm.
Okula yaklaştığımda heyecanım yatışmış ve rahatlamıştım.Okulun yeri iyi seçilmişti.Köy evlerine ne çok yakın ne de uzak sayılırdı.Eğimi doğuya bakan çayırlığa kurulmuştu.İnşaatın epeyce işinin olduğu görülüyordu.Okulların eğitim ve öğretime başlama tarihine yetişmesi mümkün değildi.Ancak güneydoğunun uzun süren sonbahar sıcaklarından yararlanarak bir süre dersleri dışarıda yapabilirdim.Öğretmen lojmanı tamamlanmış gibiydi.Pencerelerinde görülen perdeler,içinde oturulduğunun bir kanıtıydı.Benim için bunun anlamı, kalabileceğim yerin hazır olmasıydı.Sevindim.
Okula ulaştığım bir saatlik sürede, köy ağasının küçük oğlu olan, muhtarla tanıştım.İyi niyetli,saygılı ve eğitime gereken her türlü desteği verebilecek bir anlayışta olması beni mutlu etti.Okul konusunda yapabileceği ne varsa,tümünü yapacağından emin olmam konusunda güvence veriyordu.Bu benim için, başarılı bir çalışma yapabilmenin, en önemli adımı idi.
Muhtar,işinin başına gitmek zorunda olduğunu söyleyip, özür dileyerek yanımdan ayrıldıktan sonra, okulun çatısında kiremit döşemekte olan insanların yanına tırmandım.Okulun çatısında altı kişi vardı.İki usta kiremitleri yerleştiriyor, diğerleri onlara kiremit taşıyorlardı.Köye okulu ilk kez açıyor olmanın, bana bir takım sorumluluklar yüklediğini düşünüyordum.Köy halkı ile kuracağım güzel ilişkiler, benden sonra görevi devralacak arkadaşların başarılarını artırabilirdi.İyi izlenim edinmeleri için çaba harcamalıydım.Okula ilgi duymalarını sağlamalıydım.Bunun için de önce, köy halkı ile yakınlaşma yolları bulmalıydım.
Aydınlık bir gülümseme ile “merhabalar,kolay gelsin,”dedim,yanlarına oturdum.Hep birlikte ayağa kalkan adamlar benim oturmamla birlikte tekrar yerlerine çömeldiler.Hepsi işi ile ilgileniyordu.Bir süre konuşmalarını dinledim.Hepsi Kürtçe konuşuyorlardı. “Ben Kürtçe bilmiyorum,eğer Türkçe biliyorsanız lütfen Türkçe konuşalım,bende sizi anlamak istiyorum,”dedim.Konuşmalar kesildi.Ustalardan Erzurumlu olan birkaç cümle ile benim hakkımda bilgi edinmeye çalıştı.Ortalık tekrar sessizliğe gömüldü.Konuşma sırasının bana geldiğini düşündüm.Bana göre çok komik olan bir fıkra anlatmaya başladım.İyi anlaşılmam için tane tane konuşuyor,fıkranın en can alıcı noktasını oluşturan bölümünün sözcüklerini özenle seçiyordum.Fıkra bitince önce Erzurumlu usta gülüyor.köylüler daha sonra gülüyorlardı.Bu tutumları biraz tuhafıma gitti.Neden böyle davrandıklarına bir anlam veremedim.Gene de fıkra anlatmaya devam ettim.Arka arkaya üç fıkra anlattıktan sonra sustum.Bir ölçüde, köylülerle bir yakınlaşmanın ilk adımlarını atmış olduğumu düşünüyordum.Bu inançla çevrede uzanan dalgalı bozkırı zevkle seyre daldım.
Kısa bir sessizlik oldu.Daha sonra çalışan işçilerden biri,ustaya Kürtçe bir şeyler söyledi.Usta öyle bir kahkaha patlattı ki benim anlattığım fıkralara güldüğünden çok daha fazla güldü. Uzunca bir zaman da gülmeye, kesik kesik devam etti.Beni bir merak sardı.İçime bir kuşku girdi. Köylü,benim anlattığım fıkralardan daha komik ne söylemiş olabilirdi?Dayanamadım,gülüşünün nedenini sormaya karar verdim. “Usta,ne oldu? Arkadaş daha gülünç bir şey mi anlattı? Bana da söyler misin ne olduğunu?” Kahkahalarını güçlükle engelleyen usta, “Hoca,”dedi. “Kusura bakma,kabalık ettim,bunlar senin anlattıklarından hiçbir şey anlamamışlar.Hoca bize ne anlattı, diye soruyordu.” Dondum,kaldım.Çatı üstünde koca bir heykel oldum.Yüzümün bir sararıp bir morardığını hissedebiliyordum.Duygularımı dizginlemeye çalıştım.Şimdiye kadar hiç tanımadığım bir yılgınlık iliklerimi titretti.Kafamdan binlerce düşünce geçiyor, bunları, bir türlü sağlıklı bir çizgiye çekemiyordum.Beni sarsan asıl düşünce,yakında başlayacağım eğitim öğretim çalışmalarında başarıya hangi yöntemle ulaşabileceğim idi.Meslek okulunda bize öğretilen hangi metot bu ortama uyarlanabilirdi?Büyüklerinin bile Türkçe bilmediği bir yerde küçükleri nasıl eğitecektim? Böyle bir durumla karşılaşabileceğimiz asla söylenmemişti. Kitaplarda bize anlatılanlarla, yaşamın gerçekleri ne kadar da farklıydı. Çalışanların yanlarından usulca kalktım. Gözlerim uzakları,ufuk çizgilerini taradı. Uğradığım yılgınlığı çevremdekilere sezdirmek istemiyordum.Çatıya dayalı dik merdivenin en alt basamağından, ayağımın tekini yere bastığım an, içimde büyük bir kararlılığın ilk kıvılcımları çaktı. Mutlaka,beni başarıya taşıyacak, bu ortama uygun bir eğitim ve öğretim yöntemi bulacaktım.Kitaplarda yoksa ben yaratacaktım
Dikenli tellerle çevrili okul bahçesinin dışına doğru yürürken içimden öğretmen marşını okuyordum.
“…………………………………….”
“ Candan açtık cehle karşı bir savaş
Ey bu yolda and içen genç arkadaş
Öğren,öğret halka hakkı gürle coş,
Durma durma koş.”
“ Şanlı yurdum her bucağın şanla dolsun,
Yurdum seni yüceltmeye andlar olsun.”
Bilal BENGÜ