BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Vay Başıma Çocuk Düştü

 

VAY BAŞIMA ÇOCUK DÜŞTÜ

Komşu Mehmet Dede’nin evinin damı ile bizim evin damı birbirine bitişik olarak yapılmıştı. Birer harman kadar geniş olan bu damlar, biz çocuklar için, mükemmel birer oyun alanı idiler. Dam üzerindeki oyunlarımızda, damları birleştiren eğimli eklemeler çok işimize yarardı. Oralardan atlamak oldukça zordu. Ebeden kurtulmak için en çok oraları kaçış yolu seçerdik. Sıkça kullanılan bu eğimli bölümlerin üzerindeki toprak zamanla aşındığı için, ortaya çıkan zayıf ağaçların aralarından aşağısı görülebilirdi. Birer parmaklık gibi kalan bu ağaçların üzerinden geçmek, çoğu kez tehlikeli olabiliyordu.

O gün kuşluk vaktine kadar tozlu yollarda koşup oynadığımız arkadaşlarla, dinlenmek üzere, hep birlikte damlara çıktık. Farklı yükseklikteki iki damın eğimli birleşme noktalarından birinin yanına oturduk. Bu alanın toprağı da dökülmüş olduğundan ortaya çıkan ağaç aralarından aşağısı görülebiliyordu.

Komşu Mehmet Dede’nin avlusunun üzerindeydik. Tam altımızdan birilerinin sesleri geliyordu. İnsan seslerinin dışında farklı bir gürültü ilgimizi çekti. Dikkatle aşağıya baktım. Kim olduklarını anlayamadığım üç kadın vardı. Ortalarında duran bulgur taşının sapından kavramışlardı. Bir el, döndürülen taşın orta deliğine avuç avuç buğday koyarken taş, üç el tarafından aralıksız döndürülüyordu. Kadınların yalnızca tepelerini görebiliyordum. Karpuza eşarp bağlanmış varlıklar gibiydiler. Bu arada aşağıya toprak dökülmesine neden olduğumuz için içlerinden biri, ‘çekilin başımızdan, oyun oynayacak başka bir yer bulamadınız mı? Yanınıza gelmeyeyim haa!’ diye bağırdı. Hiç aldırmadık. Sadece biraz geri çekildik. Uzun süre sohbet ettik. Zaman bir hayli ilerlemişti. Acıkmıştık. Yemek molası vermeye karar verdik. Ben seviyesi yüksek olan damda oturuyordum. Arkadaşların her biri, ayrı yönlerden, evlerine doğru, dağılarak uzaklaştılar. Ben, son kez aşağıdakileri kızdırmak için, eğimli yerden sürünerek öteki dama geçmek istedim. Eğimli ağaçların üzerinden aşağı doğru kaydım. ‘Çat,’ diye kırılan bir ağaç sesi ile birlikte kendimi boşlukta uçuyor hissettim. Kısa bir süre yok olan bilincim açıldığında, yerde oturmakta olduğumu anladım. Altımda yumuşacık bir şeyler vardı. Hiç canım yanmıyordu. Sanki bir pamuk torbasının üzerine düşmüştüm. Çevremde oluşan toz bulutundan ne olduğunu tam anlayamıyordum. Aklımı başıma toplamaya çalıştım. Sonunda, bulgur yapmakta olan kadınlardan birinin kucağında olduğumu anladım. Kadınlar da neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İçlerinden biri, ‘Vıy anam,başıma çocuk düştü..’ diye bağırdı.Bu ses, sırtıma kamçı vurulmuş gibi beni yerimden hoplattı. Oturduğum yerden ok gibi fırladım. Hiç ağrı sızı duymuyordum. Arkama bile bakmadan, yarı aralık duran, çift kanatlı ve kocaman avlu kapısından dışarı kaçtım. Arkamdan kadınların çığlıklarını duyabiliyordum. ‘Ocağın yana çocuk, evi başımıza yıktın, ocağın yana emiii!’ Bunları duyunca bana beddua ediyorlar sanıyordum. Meğer o saygı değer Mehmet Dede’nin eşi, bu zor durumda bile bana kötü dilekte bulunmaktan kaçınıyormuş. Nereden bileyim, çocukluk işte. Ben de ‘niye ocağın söne’ diye bağırmadığına üzülüyordum.

Oradan uzaklaştıktan bir süre sonra, ne kadar büyük bir tehlike atlattığımı anlayabildim. Ya kadının kucağına değil de tam tepesine düşmüş olsaydım, kadının hali ne olurdu?

 

Bilal BENGÜ
ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 8 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol