BİR TREN YOLCULUĞU
Bol sohbetli yolculuğumuz başladıktan altı saat sonra, Sivas Garında sona erdiğinde, saat gece onu on geçiyordu.Yolculuğun birinci etabı bitmişti.Samsun Sivas hattında çalışan trenin son durağı Sivas idi.Buradan sonra geriye kalan yaklaşık on beş saatlik yolculuğu, Güneydoğu Ekspresi ile yapacaktık.
Güneydoğu ekspresinin Sivas Garına normal geliş saati on iki otuzdu.Çoğu zaman trenlerin gecikmeli geldiğini biliyorduk.O gün de iki saat rötarlı olduğunu öğrendik.Bu durumda en az dört saat garda tren beklemek zorundaydık.Aslında ben yolculuğumu yarına yada bir başka güne erteleyebilirdim.Ancak Sivas’a kadar olan yolculuğumuz sırasında tanıştığım Faruk Bey’i, tek başına göndermek istemiyordum.Aynı şehre,Diyarbakır’a gidiyorduk. Bu yolculuk sırasında birbirimizi daha iyi tanıyarak, arkadaşlığımızı ilerletebilirdik. Onun mutlaka yoluna devam etmesi gerekiyordu.Zira yarından sonra görevinin başında bulunmak zorunda olduğunu söylemişti..Tek başına yolculuk etmek hem sıkıcı hem zor oluyordu.Birlikte yolculuk etmeye karar verdik
Garın bekleme salonu tıklım tıklımdı.Kuzeyi güneye,doğuyu batıya bağlayan demir yolu ağının hemen hemen tümü Sivas’ta birleşiyordu.Her yöreden,her yaştan ve her etnik ve dini yapıdan insana rastlamak mümkündü.Burası tam bir insan mozayiği gibiydi.Ayrıca, yaklaşan kışa rağmen yabancı turist trafiği canlılığını koruduğundan, farklı ülkelerden gelen insanlarda, buradaki görüntüye ayrı bir çeşni katıyordu.
Fırsatını bulduğum her an, farklı insan manzaralarını izlemekten büyük bir zevk alırdım.Büyük terminaller,büyük garlar,büyük limanlar bu zevkimi doya doya tatmin edebilme olanağı veren yerler olduğundan, gezmekten sonsuz bir zevk alırdım.Böyle bir fırsat yakaladığım zaman,karşılaştığım manzarayı en iyi izleyebileceğim uygun bir yer bulur, gördüklerimi belleğime işlemeye çalışırdım.Şu an içinde bulunduğum ortam tam aradığım ve özlemini çektiğim bir ortamdı.Bekleme salonunun, en kuytu ve dış kapıya en uzak, ama garın her noktasını rahatça görebileceğimiz bir köşesine yerleştik.Bu köşeyi seçmekle hem dışarının namlı Sivas ayazından, hem kalabalık insan hareketlerinin vereceği rahatsızlıklardan, hem de aşırı gürültünün etkisinden kendimizi koruyabilecektik.Kalorifer peteğinin yanına çantaları bıraktık.Benim çantamın içerisinde kırılacak dökülecek bir eşya yoktu.Gönül rahatlığı ile çantamın üzerine otururken sırtımı kalorifer peteğine dayadım.Artık geçirmeye çalışacağımız dört beş saat boyunca, belleğimin alabildiği kadar insan manzaraları izleyebilirdim.
Salonun sağ tarafında bulunan büfenin hemen yanında oturmakta olan bir turist grubu dikkatimi çekti.Altlarına ince bir bez parçası sermişlerdi.Sanki altlarında kuş tüyü yatak varmış gibi rahat,takıntısız ve sere serpe oturuyorlardı.Hepsi de gençti.Erkeklerin sarı ve seyrek sakalları uzamıştı.Bayanlardan bazıları mini denecek kadar kısa birer etek,bazısı da uzunlukları diz üstünde kalan kısa şortlar giymişlerdi.Kimisi Anadolu usulü bağdaş kurarak oturmuş,kimisi asker gibi iki dizi üzerine çökmüş,kimisi de ayak ayak üstüne atarak,dirsekleri üzerine yarı uzanmışlardı.Tümünün elinde birer kitap olduğu görülüyordu. Çevre ile hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı. Sanıyorum,ellerindeki kitaplarda anlatılan farklı dünyalarda geziniyorlardı. Beni şaşırtan ve düşündüren şey, birçok değişik ülkelerin kültürlerini tanımış, iyi bir eğitim almış olduklarına inandığım ve bu kadar okumaya düşkün olan bu insanların, neden temizlik konusuna duyarsız kalmaları idi.”Turist olmak temiz olmaya engel olmamalı” diye düşündüm.
Turistler, garı dolduran diğer insanların da ilgi odağı idi.Bazen birkaç kişilik arkadaş grubu turistlerin başına dikiliyor,yarım yamalak söylemeye çalıştıkları İngilizce bir iki sözcükle, onların dikkatini çekmeye çalışıyorlardı.Turistler bu tür davranışlarla sık karşılaşıyor olmalı ki kendileri ile tarzanca ilişki kurmaya çalışan bu insanlara tamamen ilgisiz davranıyorlardı.Bir kaç başarısız deneme sonunda diyalog kuramayacaklarını anlayan grup, güya onlarla alay ederek, yanlarından ayrılıyorlardı.
İçeride yaşanan bu olayları izlerken, garın giriş kapısından, başka bir turist kafilesinin içeriye girmekte olduklarını gördüm.Yeni gelen grubun fiziki yapılarından uzak doğulu oldukları hemen anlaşılıyordu.Kısa boylu,çekik gözlü ve düz saçlıydılar.Sempatik tavırlı ve güleç insanlardı. Aralarındaki genç bir çiftin, önlerindeki bebek arabasını, kalabalığın arasından dikkatle geçirmeye çalıştıkları görülüyordu.Bizler kendi ülkemiz sınırları içerisinde bile gezmeyi göze alamazken,binlerce kilometre uzaklardan,küçük bebekleri ile ta buralara kadar gelebilmeleri, farklı kültürlerinin bir yansıması olmalıydı.Her biri sırtında büyükçe bir çanta taşıyordu.Oturduğum yerden, Avrupalı ve Uzakdoğulu iki farklı kültüre sahip insanların, aralarındaki ayrıntıların neler olabileceğini görmeye çalıştım.İlk göze çarpan fark, fiziki yapıları idi.Bunun dışında Avrupalıların tümünün başı açık ,diğerlerinin hasır şapkalı oldukları görülüyordu.Avrupalı turist kafilesi bağımsız bireylerden, ötekiler ailelerden oluşuyordu.Bir başka farklılık ise daha önemliydi.Uzakdoğulu olanların, diğerlerinden çok daha temiz ve düzenli oldukları, en çok dikkatimi çeken özellikleriydi.
Bu tür gözlemlerim sırasında dünya ile başka bir bağım kalmıyordu.Yeni tanıdığım bu insanların görüntüleri beni yaşadıkları ülkelere çekip götürüyordu.Şu an aynı ortamı,aynı havayı soluyan bu insanların nerde,nasıl,kimlerle ve hangi koşullar içerisinde yaşadıklarını,hayal yolu ile tahmin etmeye çalışıyordum.Gözlemlediğim kişiler benim ait olduğum dünyaya değil de sanki ben onların dünyalarına gitmişim gibi bir duyguya kapılıyordum.Bu uğraş bana bir çeşit kitap okuma eylemi gibi geliyordu.
Ne kadar zaman geçtiğinin ayırtına varmadan ürettiğim hayallerime, bir dirsek dokunuşu ile ara vermek zorunda kaldım.Faruk Bey beni daldığım düşlerden uyandırdı.Ne söylemek istediğini anlamak için yüzüne baktım. “Şu ileride, karşımızda oturanları görüyor musun? “dedi. “Hangilerini?” dedim. “Karşımızda oturan onlarca insan var.”Gözleri ile betondan yapılmış iki çiçekliğin arasında oturan bayanları gösterdi.Bir an kadınlarla göz göze geldik.Yaşlıca olanı eliyle bize “gel” işareti yapıyordu.Şaşkın şaşkın çevreme bakındım.Bu işaret bize mi, başkalarına mı, anlamaya çalıştım.Elimi göğsüme götürerek “ben mi?” demek istedim.Başını salladı.Israrla elini sallamaya devam ediyordu.İkimiz birlikte yanlarına yürüdük.Genç olanın kucağında bir çocuk vardı.Faruk bey,”buyurun bayan, bir şey mi söylemek istiyorsunuz?” diye sordu.Bizi yanlarına çağıran bayan kırk beş elli yaşlarında vardı.”Evet evladım,”dedi.. “Uzun bir süredir ikinizi izliyorum.Güvenilir insanlara benziyorsunuz.Gelinim ve torunumla birlikte Batman’a ,rafineride çalışan oğlumun yanına taşınıyoruz.Bize yardım edebilir misiniz?” Bu kez ben sordum. “Bizden ne gibi bir yardım bekliyorsunuz?”Hemen yanlarında yığılı olan ev eşyası öbeğini gösterdi. “Birkaç parça ev eşyası var.Bu eşyaları bizim bineceğimiz trenin kalkacağı perona taşımamıza yardım eder misiniz?Birimiz çocukla ilgilenmek zorundayız.Gelinim tek başına nereye götüreceğini bilemez.”Böyle bir yardım isteneceğini beklemiyorduk.Faruk ile göz göze bakıştık.O’nun da tam ikna olmadığı belliydi. “İyi ama,”dedi. “Bu kadar insanın arasından neden bizi seçtiniz? Bize nasıl güveniyorsunuz?” Faruk Bey’i yaşlı kadın yanıtladı.Sakinliğiniz,tavırlarınız,ağır başlılığınız insana güven veriyor.Sizin öğretmen olabileceğinizi düşündük.Mesleğiniz konusunda yanılıyor muyum?” İçimden, “şu işe bak,” dedim, “öğretmen olduğumuz onlarca metre ileriden anlaşılabiliyor demek.”Eğer bu kadınlar,bu kadar insanın içerisinden yardım istemek için bizi seçtilerse onlara yardım etmekten kaçınamazdık. “Neyiniz var?” dedim. Kadınların ikisi birden konuştu. “Birkaç parça ev eşyası.” “Tamam,yardım ederiz,zaten biz de Diyarbakır’a gideceğiz.Yani aynı trenle yolculuk yapacağız.”Benden önce Faruk Bey yardım sözü vermişti.Ben henüz tüm yükün benim omuzlarımda kalacağından habersizdim.Trenin gelme saati yakındı.Çantalarımızı bayanların yanına getirdik.
Trenin gelme saati yaklaşınca bilet satış gişeleri açılıyordu.Faruk Bey bilet almak üzere oluşturulan kuyruğa girdi.İçerinin havası beni sıkmaya başlamıştı.Dışarı çıktım.Dışarıda çelik gibi sert ve soğuk bir hava vardı.Yorgunluktan ve uykusuzluktan kapanmakta olan gözlerim fal taşı gibi açıldı.Tüm vücudum ürperdi.Üşüyordum,içeri kaçtım.
Bilet alma sırasında bekleyen Faruk Bey’in yanına gittim.Sırada çok insan vardı.Tren perona yaklaşıncaya kadar bu sıranın dağılacağı şüpheliydi. “Biletin parasını vereyim,”dedim.”Daha sonra hesaplaşırız.Siz bir yandan eşyaları perona taşımaya başlayın.Bileti alır almaz ben de geliyorum.Geç kalmayalım.” Dedi.Bayanların yanına döndüm.Çocuk yaşlı bayanın kucağında uyuyordu.O’nun eşya taşımaya bir yardımı olamazdı.İş gelinle bana kalmıştı. “Haydi,”dedim.Taşımaya başlayalım.”Kalınca sarılmış yatak balyasını sırtlandım ve peronlara yürüdüm.Peronlara ulaşmak için yirmi basamaklı merdivenle inilip çıkılan bir alt geçit vardı.Sırtımdaki balya ile o merdivenleri güçlükle geçerek perona ulaştım.Birinci seferde yorulduğumu hissettim.İş gözümde dağ gibi büyüdü.Hiç alışık olmadığım bir çalışma yapıyordum.Geri kalan eşyaları genç bayanla, en az yirmi kez gidip gelerek taşıma işini tamamladık.En sona kalan çantaları alıp perona doğru yürürken, Güneydoğu Ekspresi düdüğünü çalarak istasyona giriş yaptı.Faruk Bey ancak biz çantalarla alt geçide inerken arkamızdan yetişebildi.Bilet alma sırası O’nu büyük bir yükten kurtarmıştı.Düşünüyorum da bilet alma işine benden önce girişmesinin nedeni bu yükü bana taşıtmak için miydi ? İçimde büyüyen bu kuşkudan hiçbir zaman kurtulamadım.Sırtım su gibi terlemiş ve iç çamaşırlarım vücuduma yapışmıştı.Eğer kısa sürede kendimi sıcak bir ortama atamazsam hasta olacağım kesindi.Hızlı adımlarla eşyaların yanına gittik.
Bize birkaç parça diye yutturulan eşyalardan ,peronun kıyısında küçük bir dağ oluşmuştu.Dolap türünün dışında, bir eve ne gerekiyorsa hepsi tam tekmildi.Sıra çabucak bu eşyaları trene yerleştirmeye gelmişti.Faruk Bey’e “bilet numaralarına göre hangi vagona yüklememiz gerekiyor?” dedim. “Biletler numaralı değil,birinci ve ikinci mevkilerde yer yokmuş.Üçüncü mevki bileti aldım.”dedi.Elim ayağım tutuldu.Aklım başımdan gitti.Bu yorgunluktan sonra on beş saatlik yol, üçüncü mevkide çekilir miydi? Arkadaşlık hatırına sesimi çıkarmadım. “Haydi öyleyse,bir an önce şunları başımızdan atalım.Eşyaları yükletelim.”dedim.Önümüzde duran vagona tırmandım.Onlar aşağıdan uzatıyor ben ilk boşluğa istif ediyordum.Eşyalar vagonun tüm girişini kapatmıştı.Ayak basacak yer kalmamıştı.Geriye kalan birkaç parça eşyayı da salona attım.Artık bizim yapacağımız bir şey kalmamıştı. Teşekkür etmelerini bile beklemeden yanlarından ayrıldık.
Oturabileceğimiz bir yer bulmalıydık.Ben lokomotif tarafından, Faruk Bey ‘de en arkadaki vagondan başlayarak boş yer avına çıktık.Orta yerlerde birbirimize ulaştığımızda, yüzlerimizdeki karamsar ifade,oturabilecek bir boş yer olmadığını açıkça anlatıyordu.Tren çok kalabalıktı.İkinci ve üçüncü mevki vagonların koridorlarında bile adım atacak yer yoktu.”Birinci mevki vagonların salonuna oturalım” dedim.
Kuşetli ve numaralı vagonların koridorlarında yolculuk yapmak yasaktı.Bunu bilerek gelmiştik.Gerekirse ücret farkı vererek burada kalmaya çalışacaktık.Koridor boyunca pencere altlarına monte edilmiş açılır kapanır yaylı oturaklardan birine ben, bir başkasına Faruk bey oturdu.Çantaları oturakların altlarına yerleştirdik.Koridorlarda bizden başka kimse yoktu.Bilet denetimi için görevlinin gelmesini beklemeye başladık.Ancak o denetimden sonra burada kesin kalabileceğimiz ortaya çıkacaktı.
Saat ikiyi yirmi geçe tren hareket etti.Yarı aralık pencerelerden içeriye buz gibi bir hava akın etti.İliklerime kadar titrediğimi hissettim.Eşya taşırken terden sırılsıklam olan vücudum yeni soğumaya başlamıştı.Paltomun yakasını kaldırdım,oturduğum yerde daha çok büzüldüm.Pencerelerden giren rüzgara engel olmadıkça ne yapsam üşüyecektim.Oturduğumuz koridora açılan tüm pencereleri tek tek kapattım.Çok geçmeden bilet denetçisi geldi.Biletleri uzattık.Önce biletlere sonra yüzlerimize baktı.Üçüncü mevki vagonlarının ileride olduğunu söyledi.Bunu söylerken bizim neden burada olduğumuzu bilen bir anlatımı vardı.Elbette trenin durumunu O bizden daha iyi biliyordu.Numaralı vagonlarda yer olmadığı için ,zorunlu olarak üçüncü mevki bileti aldığımızı, ama eğer burada kalmak için ücret farkı vermemiz gerekiyorsa bu farkı vermeye hazır olduğumuzu söyledik.Bizi bir daha dikkatlice süzdü.Halimize acıdı galiba, “peki burada kalabilirsiniz.”dedi.Teşekkür ettik.
Tren gecenin karanlığında hızla ilerliyordu.Oturduğum küçük oturakta,trenin hareketlerine uygun olarak iki yana sallanırken,düşmemek için büyük bir çaba harcıyordum. Dönemeçlerde,oturduğum yerin üzerindeki pencereden,lokomotiften saçılan kor halindeki kömür tozlarının, rayları, akan yıldızlar gibi bir an aydınlattıktan sonra tekrar söndüklerini görebiliyordum.Raylar boyunca sıralanan ağaç dallarının, hışırdayan sesleri kulaklarımda yankılanıyordu.Uykusuzluğun,yorgunluğun,soğuğun ve açlığın sinirlerimi törpülemesine daha ne kadar dayanabileceğimi bilemiyordum.Yirmi saattir, sıcak bir tas çorbaya hasret ilerliyorduk.
Kompartımanların rahat yataklarında uykularını almış olan insanlar,bazen koridora çıkıyorlardı.Sıcaktan bunalmış bir halleri vardı.Pencerelerden birini aralayarak,yüzlerine çarpan serin rüzgarın uyarıcı etkisi ile tatlı tatlı genleşirken, uykularının mahmurluğunu üzerlerinden atmaya çalışıyorlardı.Bizim, birer kuş gibi tünediğimiz mini oturaklarda, soğuktan çivi kesmekte olduğumuz kimseyi ilgilendirmiyordu.
Tam karşımdaki kompartımanın perdesinin aralığından,mışıl mışıl uyumakta olan insanları hasetle izliyordum. “Şimdi onların yerinde olmak insana ne büyük bir mutluluk verir,” diye düşünüyordum.Beynimde,sıcak bir yatakta yatmanın erişilmez hayali canlanıyordu. O an tüm dileğimi yerine getireceğini söyleyen Alaattin’in sihirli lambasının cini olsa, ilk ricam, sıcak bir oda ve içinde kalın bir yün yatak istemek olurdu. Düşlerim hep sıcak ortamlardan yanaydı,çünkü gerçekten çok üşüyordum.Doğu ufku kırmızıya boyanırken,ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla engel olamadım.Dalmışım.
Uyanıkken düşmemek için zorlandığım oturakta uyurken bile, dengemi korumaya çabaladığımı anımsıyorum.Dengemi yitirdiğim an,kafam ya kompartımanın camına yada pencere kenarına çarpıyordu.Her çarpmada acı ile açılan gözlerim, az sonra tekrar kapanıyordu.Bir elim pencere altındaki denge demirine kenetli olmasa, çoktan koridora boylu boyunca düşmüş olurdum.Demiri kavrayan elim, sanki oraya kaynak makinesi ile yapıştırılmış gibiydi.
Omzumdan sıkıca sarsılarak uyandırıldım.Güneş bir hayli yükselmişti.Tüm yeryüzü sarıya boyanmış gibiydi.Pencerelerden içeriye dolan güneş ışıkları koridorun havasını yumuşatmıştı.Önceki kadar üşümüyordum.Koridorda gezinmeye engel olacak kadar yayıldığım için uyandırıldığımı anladım.Rahat yataklarında sabahlayan insanlar,hareket etme gereği duydukları için koridora çıkmışlardı. Oturduğum yerden serbest geçişe engel oluyordum.Ayağa kalktım. Gözlerim Faruk Bey’i aradı.Oturduğu yer boştu. “Bir yer bulmuş olmalı” dedim. Onun adına sevindim.Anlaşılan benim çilem henüz dolmamıştı.
Öğle sıcağının iyice hissedildiği saatlerde,oturduğum yerde tekrar uyuyakalmışım. Kafamı bir yerlere çarpmamayı başardığım süreler içerisinde uyumaya devam ediyordum. Kısa bir süre sonra birilerinin, beni sarsarak gene uyandırmaya çalıştığını hissettim. Bu kez,beni uyandırmak isteyen her kimse, ağzının payını vermek üzere gözlerimi açtım. Beni uyandıran kişi,karşı kompartımanda yolculuk eden orta yaşlı, kır saçlı ve düzgün giyimli beyefendi idi. Gülümser bir yüzle bana bakıyordu. “Yanımızda yer açıldı, bizim kompartımana gelebilirsiniz,” dedi.Minnetle gözlerinin içine baktım. Adamın benim halime acıdığı belliydi.Teşekkür ederek arkasından kompartımana girdim. Bir önceki istasyonda iki kişilik yer boşalmıştı.Çantamı koltukların yukarısındaki rafa yerleştirdim.Kapının yanındaki koltuğa oturdum. Aman allahım, ne kadar rahattı.İnsana nasıl bir huzur ve mutluluk hissi veriyordu.Hani aşırı sıcaktan boğulacak gibi bunaldığınızda, önünüzde size “gel gel” yapan durgun bir deniz vardır;adım adım içine girdiğinizde, bacaklarınızdan yukarı doğru tüm vücudunuzu tatlı bir serinlik kaplar ya işte öyle bir duygu sardı bedenimi.İçeride bulunan diğer iki bayan yolcuyla selamlaştık.Bu iki bayandan yaşlı olanı ,beni yanlarına davet eden adamın eşi,öteki ise kızı imiş.Kızın elinde bir kitap vardı.Açık duran kitap sayfalarının üzerinden ara sıra beni incelediğini gördüm.Belli ki daha ilk baştan beri bizi izlemişlerdi.Adamın yüzünde hiç eksik olmayan bir gülümsemenin sıcaklığı vardı.Bakışları derin bir sevgi kuyusu gibiydi. “Yolculuk nereye ?” diye sordu. “Diyarbakır’a,”dedim. “Orada mı görevlisiniz?” “Evet,orada çalışıyorum,öğretmenim.”Sözü yolculuğa getirdi. “Geceden beri çok yoruldunuz değil mi?Sivas’tan itibaren sizi bu şartlarda görmek bizi de üzdü.Ama yapacak bir şeyimiz yoktu.” “Elbette,” dedim. “Ne yapabilirdiniz ki?Trende boş yer olmadığını biliyorum.” Kızına döndü. “Kızım acıktık,yiyecek bir şeyler çıkarır mısın?” Uzun boylu ,ince ve biçimli bir vücuda sahip olan genç kız, raftaki bir çantayı aşağı indirdi.Yukarı uzanırken toplanan bluzunu düzeltti.Pencere önündeki kapalı sehpayı açarak çantadan çıkardığı yiyecekleri üzerine yerleştirdi.Tekrar yerine oturdu.Uzun ve düz saçları omuzlarına kadar iniyordu.Buğday tenliydi.Bu ten renginde olan insanlarda sık rastlanmayan yeşil gözleri vardı. Bakışları ile sanki karşısındakilerin içini okuyordu.Gözlerimin içine bakmasından rahatsızlık duydum.Utangaç bir yapım vardı.Bu bakışların ailesini rahatsız edebileceği gibi bir duyguya kapılıyordum.Göz göze gelmemek için bakışlarımı pencereden dışarılara çevirdim.
Sehpa üzerine bırakılan yiyecek paketlerini açmak anneye düştü.Yolculuk için hazırlıklarını iyi yapmışlardı. Ortaya çeşit çeşit yiyecek sıralandı. Pasta ve börekleri elleriyle ikram etmek istedi.Çok aç olmama rağmen hiçbir şey yiyemeyeceğimi anladım.Almam için ısrar edince küçük bir parça çörek alarak teşekkür ettim. Uyku gözlerimden akıyordu.İkinci ikramı kibarca geri çevirdim. “Özür dilerim,” dedim ortaya. “Uyursam kabalık ettiğimi düşünmezsiniz umarım.” Hepsinin yerine adam yanıtladı. “Rica ederim efendim, elbette uyumalısınız, şimdi en çok uykuya ihtiyacınız var. Lütfen rahatınıza bakın.”
Başımı koltuğa yasladım.Gözlerim kendiliğinden kapandı.Bir dakika geçmeden uyumuşum.
Bilal BENGÜ