BEN ÇARIK GİYMEM
Şehirden, tüm aile bireylerinin kış eksiklerini alarak dönen ağabeyim, benim için aldığı kırmızı renkli, tokalı çarığı, ortaya çıkardığında, bütün özlemlerim ve hayallerim yıkıldı. Benim kendilerinden beklediğim en son şey bile değildi, tokalı çarık. Nereden akıl etmişlerdi bana çarık almayı, anlayamadım. Herkes çarığa imreniyle bakarken ben, içimde yükselen ağlama krizini güçlükle engellemeye çalışıyordum. Gözlerimdeki hayal kırıklığını, öfkeyi, duyduğum kızgınlığı, sanıyorum hiç kimse fark etmedi. Çevremdekiler söz birliği etmiş gibi, beni çarığa heveslendirmeye çalışıyorlardı. Halbuki ben, söylenen sözlerin hiçbirini duymuyordum. İçimde giderek büyüyen isyana daha fazla engel olamadım. Bütün gücümle bağırdım. ‘Ben asla çarık giymem. Hiçbir zaman da giymeyeceğim.’ Orada bulunanların şaşkın bakışlarına aldırmadan dışarı fırladım. Dışarısı oldukça karanlıktı. Buna rağmen, her taşını bile tek tek tanıdığım kayalığa doğru koştum. Kayalığın doruğunda, zaman zaman sığındığım bir mağara vardı. Mağaraya girerek yüz üstü yere uzandım. Ağladım, ağladım… Bana engel olmak için arkamdan dışarı koşan ablamın bağırmalarına hiçbir yanıt vermedim.
Mağarada kaldığım saatler boyunca düşündüm durdum. Aklımdan neler geçmedi ki. Sonunda kesin bir karara vardım. Ben yaşamım boyunca asla çarık giymeyecektim. Böyle bir karara varmak beni rahatlattı. Artık eve dönebilirdim.
Zaman bir hayli ilerlemişti. Eve geri döndüm. Çardağın sundurmasının altına serili ve ağabeyimle paylaştığımız yatağa, bir kedi sessizliği ile uzanarak, yorganı kafama kadar çektim. Az sonra oda kapısı açıldı, birileri dışarı çıktı. Sanıyorum benim gelip gelmediğimi kontrol ediyorlardı. Ne düşündükleri umurumda değildi. Aldığım kararın rahatlığı ile çok geçmeden, uykunun tatlı kollarına atıldım.
Çarık olayının arkasından birkaç gün geçmişti. Sabah çorbasını içtikten sonra, samanlığın arkasındaki setenle oynamaya koştum. Burası en çok sevdiğimiz oyun alanıydı. Bulgur yapma zamanı dışında boş kalan seten, çocukların oyuncağı oluyordu. Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyorum ama adımın seslenildiğini duydum. Samanlığın köşesinde, şehirde oturan yengem duruyordu. O’na doğru koştum. Çömeldi ve kollarını açarak beni karşıladı. Sevgi ve şefkatle bağrına bastı. Yanaklarımdan öptü. Elimden tuttu, birlikte eve yürüdük.
Hava güneşli ve sıcaktı. Çardağın güne bakan yanında tüm aile fertleri toplanmıştı. Bizim çarık olayını anlatmış olmalıydılar. Yengem, benim duygularımı önceden tahmin etmişti. Manalı bakışlarla odaya girdi. Geri döndüğünde, elinde bir paket vardı. Beni yanına çekerek dizlerine oturtmaya çalıştı. Dizlerine otururken yüzüne baktım. Gözlerinden sevgi seli akıyordu. Kağıda sarılı paketi elime tutuşturdu. Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. ‘Haydi aç bakalım,’ dedi. Acemi hareketlerle paketi yırtarcasına açtım. Aman tanrım, rüyalarımı süsleyen bir çift sarı naylon çizme çıkmaz mı? İnanmaz gözlerle bakıyordum. Yengem bu defa,’haydi giy bakalım, iyi gelecek mi?’ dedi. Dünyanın tümünü bana verseler ancak bu kadar sevinebilirdim. Bir sevinç çığlığı ile havalara hopladım. Bu güzelim çizmeyi kirli ayaklarıma geçirmeye nasıl kıyabilirdim? Yerimden fırladığım gibi koşmaya başladım. Samanlığı en az üç kez dolandım. Çevremde toplanan çocuklar ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Göğsümde sarıldığım çizmelerin farkına varan çocukların ağızları bir karış açık kaldı. Bu imreni anlatan bakışlar, içimi okşuyordu. İçim içime sığmıyordu. Çarıktan kurtulmuştum. Akşama kadar çizmeler kucağımda koştum, durdum.
Yorulmuştum. Gece yatarken çizmeleri koynuma aldım. Düşümde sarı çizmelerimle, bulutların üzerinde yürüyordum.
Bilal BENGÜ