BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Abuzer

 

ABUZER

Adıyaman’a bu ikinci gelişimdi. İlk kez, kızımın göreve başladığı tarih olan üç kasımdan bir gün önce gelmiştik. Şehrin çok dağınık bir şekilde yapılanmış olması, ona büyük bir kent görünümü veriyordu. Ancak bende uyandırdığı ilk izlenim,burasının büyükçe bir köy olduğu idi.

Eski yerleşim merkezinin kuzeyinden, yeni açılmış olduğu belli olan çevre yolunun her iki tarafı, yüksek binalarla çevrelenmişti. Yol boyu göze çarpan sekiz on katlı apartmanların, dikkate değer hiçbir mimari özellikleri yoktu. Üst üste yığılmış kibrit kutularından oluşturulmuş eğreti maketlere benziyorlardı. Üzerlerinde yer aldıkları arsaların, yol ile olan konumlarına göre, bazıları geniş bazıları dar yapılardı. Binaların bazılarında pencereler,tüm cepheyi kaplayacak kadar geniş tutulmuştu.Camlı alanların bu kadar geniş tutulmalarının nedeninin,ılık geçen kış koşullarından kaynaklandığını sonradan öğrenecektim.

Yeni açılan çevre yolu, çift yönlü ve oldukça genişti Yolun her iki yakasındaki geniş yaya yolları, henüz toprak tabanlı olduğu için, en küçük bir hava hareketinde, müthiş bir toz bulutunun havalanmasına sebep oluyordu. Kocaman apartmanların önlerinde, yanlarında neden yıkılarak kaldırılmadıklarını anlamakta zorlandığım baraka tipli yapılar vardı.Daha ilk bakışta derme çatma malzemelerle yapıldıkları anlaşılabiliyordu.Çoğunun birer iş yeri olduğu görülüyordu.Her birinin birer yayla ağılından daha kaba ve daha özensiz olduğu apaçık ortada olan bu barakaların kimini bir tenekeci,kimini bir nalbur,kimini de araba tamircisi iş yeri olarak kullanıyorlardı.Tamircilerin,lastikçilerin,yağcıların çevrede korkunç bir kirliliğe neden olduğu derhal göze çarpıyordu.Bu kadar olumsuzluğa nasıl izin verilebildiğini anlamak olanaksızdı.Şehre ilk kez gelen insanlarda, hiçte olumlu bir izlenim bırakmayan bu çarpık yapılanma,yerel yöneticilerin yetersizliklerini gün gibi ortaya seriyordu.

Yaklaşık dokuz saat süren gece yolculuğumuz, şehrin orta kesimlerinde olduğunu tahmin ettiğim,küçük bir terminalde son buldu.Lüks otobüs,oldukça dar bir alanda,kıvrak bir devinimle, ait olduğu firma yazıhanesinin önünde durdu.Otobüsün orta yaşlı sürücüsü, motoru susturmak üzereyken geldiğini birilerine duyurmak istercesine, son kez gaz pedalına yüklendi. Otobüsün egzozundan çıkan üfürük, ortalığın bir anda toz bulutuyla kaplamasına neden oldu.En ön sıradaki koltuklarda olmamıza rağmen aşağı inmeyerek,toz bulutunun dağılmasını bekledik.Öteki tüm yolcuların otobüsü terk etmelerinin ardından aşağı indik.

Uzun bir süre kalmayı planlayarak yola çıktığımız için, yanımıza çok fazla eşya almak zorunda kalmıştık.Kışlık yiyecek ve giyeceklerin doldurulduğu koli sayısı bir hayli fazlaydı.Bahçemizin ürünü olan elma kolileri ile birlikte toplam on yedi parça eşyamız vardı.Geleceğimizi,yola çıkmadan önce haber verdiğimiz kızımın,terminalde bizi bekliyor olacağını umuyorduk.Arabadan iner inmez gözlerim, kızım Emel’i aradı.Emel görünürlerde yoktu.Sürücü yamağı otobüsün bagaj kapaklarını açmış,eşyaları yere indiriyordu.Sayısı fazla olan eşyalarımızın kaybolmaması için dikkat etmemiz gerekiyordu.Sürücü yamağının indirdiği eşyaları sayarak bir bir teslim aldım.Kağıt koliler ve çantalardan oluşan küçük bir öbekle baş başa kaldık.Bu eşyaları nereye ve ne ile götüreceğimizi bilmiyordum.Emel henüz kiralık bir ev bulamadığını söylemişti.Ev buluncaya kadar öğretmen evinde kalabileceğimizi umuyorduk.Geçici olarak eşyalarımızı da öğretmen evine götürebilirdik.Bir taşıyıcı bulmak üzere çevreye bakınırken Emel,yanında bir arkadaşı ile çıkageldi.Sevgi ve özlemle boynumuza sarıldı. Yanında gelen arkadaşını bize tanıttı. İzmir’ liymiş; adı, Gülşah’ mış. Güler yüzlü ve güzel bir genç bayandı. Karşılıklı selamlaşıp hal hatır sorduk.

Eşyalarımızı ne ile taşıtacağımızı konuşurken yanımıza, önündeki dört tekerlekli taşıma arabasını iteleyerek, genç bir taşıyıcı yaklaştı. Yirmi beş otuz yaşlarında,esmer ve zayıf bir delikanlıydı.Kirli ve eski olduğu ilk bakışta belli olan şalvarının üzerine,koyu renkli bir kazak giymişti.Başı açıktı.Saçları gür ve bakımsızdı.”Taşıyalım abey,”dedi.”Bir dakika bekle,”diyerek Emel’e döndüm.”Eşyaları nereye bırakacağız?” “Şimdilik öğretmen evine bırakırız babacığım, daha sonra uygun bir ayarlarız.”Dedi. Taşıyıcı gence, “Bu eşyaları öğretmen evine taşıman için kaç para alacaksın?”Diye sordum. “Ne verirsen abey, canın sağ olsun.”Dedi. “Seninde canın sağ olsun da, ne vereceğiz sen onu söyle.”Dedim. Gene aynı sözleri tekrarladı. ”Ne verirsen ben ona razıyam abey,”dedi. Razı olmayacağını düşünerek çok aşağıdan bir rakam söyledim. Tepkisini ölçmek ve bir fiyat belirtmeye zorlamak istiyordum. ”Yüz bin lira vereyim, tamam mı?” Dedim. Hiç tereddütsüz, “tamam abey,” dedi. Şaşırdım. Bu kadar az bir ücreti asla kabul etmeyeceğini sanıyordum. İçimden, elbette bu iş yüz bin liraya yapılmaz, hele eşyamızı taşısında emeğinin karşılığını veririm, diye düşündüm. “Haydi öyleyse,”dedim. “Eşyaları dikkatle arabana yerleştir İçlerinde kırılacak eşyalar da var. Sağlam yerleştir, yolda düşmesinler.” “Sen heç merak etme abey, ben böyle işlere alışığam, evel Allah hiç birini düşürmem.” Dedi. Eşyaları özenle arabasına yerleştirmeye başladı.O sırada,kırk yaşın üzerinde görünen, uzun boylu ve oldukça kilolu,sık saçlarına ak düşmüş bir başka adam,arabasını hızla iteleyerek yanımıza geldi.Bizim anlaştığımız taşıyıcıya Kürtçe bir şeyler söyledi.Yüz ifadesinden ve ses tonundan kızgın olduğu anlaşılabiliyordu.Genç taşıyıcı, hiçbir yanıt vermeden işini yapmayı sürdürüyordu.Yeni gelen adam bana döndü. “Abey, terminalin taşıyıcılığını ben yapıyam. Sizin yükleri benim arabama koyam.”Dedi. “Bu defalık genç taşısın,”dedim.”Biz geldiğimizde sen ortada yoktun. Pazarlık yaparak anlaştık. İşi ondan sana devretmek doğru olmaz.” Heç olur mu bey amca? Burasının taşıma işi hep benimdir.”Dedi. “Sen buranın taşıyıcılığını ihale yolu ile mi aldın?”Diye sordum. “Sen burada olmadığın zaman, bütün yolcular seni beklemek zorunda mı? Bu gün bizim eşyayı sen değil, bu genç taşıyacak.”Genç taşıyıcı konuşmalara hiç katılmadan işini sürdürüyordu. Nihayet son koliyi de arabasına yerleştirdi. Benden umduğu yanıtı alamayan adam bu kez tekrar genç hamala döndü. “Sen buradan eşya taşıyamazsın. İndir o yükleri, ben götüreceğim.”Dedi. Sesi sert ve kavgacıydı. Genç adama her an saldıracakmış gibi bakıyordu. Gencin de ona pabuç bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi.” Sana buranın işi babeyden mi kalmıştır lo? Tapusu var mıdır? De get başımdan, elimdeki ekmeği sana gaptırmam.”Dedi. Bir kavgayı çoktan göze almış gibiydi. Giderek sertleşen sözler tavırlara yansımaya başladı.Yaşlı taşıyıcı gencin arabasının önüne geçti.Arabasını yürütmeye çalışan hamala engel olmaya çalışıyordu.Arabanın en üstünde duran çantalardan birini kaptığı gibi kendi arabasına attı.Ben çok karışmak istemiyordum.Sorunu kendi aralarında çözebileceklerini umuyordum.Ancak olaylar düşündüğümüz gibi gelişmiyordu.Bizim eşyalar iki araba arasında gidip gelirken içlerindeki malzemelerin zarar görme olasılığı kesindi.Yani açılacak zarar bizim olacaktı.Daha kararlı bir müdahelede bulunmazsam ortalığın karışacağını anladım.İki hamalın arasına girdim.Yaşlı ve haksız olduğuna inandığım hamalın yüzüne sertçe baktım. “Rahat bırak genci.”Dedim. “Ben işi ona verdim. Onun taşımasını istiyorum. İşimizi kime yaptıracağımıza sen mi karar vereceksin?Ne demek ben taşıyacağım?Sana bu hakkı kim verdi?Çekil arabanın önünden,bizim eşyalara elini sürme.”Genç taşıyıcı, kendisini desteklediğim için minnetle yüzüme bakıyordu.Diğeri biraz geri adım atması gerektiğini anlamış olmasına rağmen itirazını sürdürmek istiyordu. “Ama olur mu abey? Buranın hamalı benem. Benim taşımam lazım.”Sözünü kestim. “Uzatma artık,”dedim. “Benim işimi kimin göreceğine ben karar veririm. Sen git başka işler ara kendine. Sana taşıttırmak istemiyorum.”

Çevredeki insanlar ilgi ile tartışmaları izliyorlardı. Kimi Türkçe, kimi Kürtçe sözlerle konu üzerinde fikir yürütüyorlardı. Anladığım kadarı ile çoğunluk bize hak verse de diğer hamalı destekleyenler de var gibiydi. Tartışmanın büyüme olasılığı giderek artıyordu. Bir an önce buradan uzaklaşmamız gerektiğini düşündüm. Genç arabacıya, “durma haydi, yürüt arabanı.” Dedim. Eşimin kolundan tutarak kalabalığın arasından sıyrıldım. İstediğini elde edemeyen yaşlı taşıyıcının konuşmalarını önemsemedim. Zaten Kürtçe konuştuğu için ne söylediğini anlamıyordum. Kızım Emel dayanamadı. Geri dönerek adama gözdağı verdi. “Saçmalayıp durma, polis çağırırsam gününü görürsün. Sen kendini ne sanıyorsun? Mafya babası mısın?” Emel’e susmasını söyledim. “Boş ver sen onu , cevap vermeye değmez.” Hızlı adımlarla, koşarcasına giden arabacının arkasından yetişmeye çalıştık.

Terminalden bir hayli uzaklaştıktan sonra kendisine yetişmemiz için adımlarını yavaşlatan genç taşıyıcının yüzünde, bir beladan kurtulmuş olmanın rahatlığı vardı. Yalnızca yüz bin lira için verilen bu mücadele beni çok şaşırtmıştı. Bir ekmek fiyatının yetmiş beş bin lira olduğu ortamda yüz bin liranın, bu tür bir çekişmeye neden olmasını anlamakta güçlük çekiyordum. Yanımızda ilerlemek için adımlarını küçülten adamın, arabasını yürütmek için oldukça zorlandığı belli oluyordu. “Adın ne senin?” Diye sordum. “Abuzer abey,”dedi ve anlamlı bir kahkaha attı. “Niye güldün Abuzer, yanlış bir şey mi söyledim?” Saygısızlık etmiş olmasından kaygılanarak telaşla yanıt verdi. “Yok abey, ne yanlışın olacak, affedersin, bizim burada adamların çoğunun adı Abuzer’dir de ona gülmüşem. Hem biliy misen,Abuzer’le ilgili bir hekaye anlatılır,duymuşsundur.Duymamışsan anlatıyam.” “Hayır duymadım, nasıl bir hikayedir anlat bakalım.” Dedim. Anlatmaya başladı. Bir otobüs dolusu bizim memleketli İstanbul’a giderken polisler kimlik denetimi yapmak istemişler. Adı Abuzer olan yolcular arabadan insin demişler. Yolcuların hepisi aşağı inmiş.İçeride yalnızca bir kişi kalmış.O yolcuya senin adın ne deyince ,’benim adım Abuzer Gaffari’demiş.”Taşıyıcı bu kez daha saygılı bir ifade ile gülerken bizde O’na katıldık.Sözlerini,”yani anlayacağın abey bizim burada ortalığa ‘Abuzer’ diye seslensen kırk kişi birden buyur der.”Diye tamamladı. “Abuzer bu işten günde ne kadar kazanıyorsun?”Diye sordum. “Valla abey heç belli olmor, Bazen günde üç dört milyon alırız, bazen beş yüz bin lira ile akşam ederiz. Kısmet işte.” “Başka geliriniz yok mu, Bu para ile geçinebiliyor musunuz?” Başka ne iş yapak? Babom çoktan ölmüştür. Bir aney, bir avrat, beşte kardaşım vardır. En böyükleri benem. Babodan ne tarla, ne bahçe ne de başımızı sokacak bir ev kalmıştır. Aha şu barajın Allah belasını vere. Köyümüzü, evimizi, barkımızı elimizden aldı.Gerçi bizim toprağımız yoktu ,hepsi ağanındı emme biz eker biçerdik.Karnımız aç,sırtımız açık kalmazdı.Köy su altında kalınca aha buraya taşındık.O sene babey öldü.Şimdi evde çalışan bir ben varam,birde benim küçüğüm.O ne yapar dersen,ayakkabı boyar.Eh işte,biz ne kazanabilirsek onunla idare ederik.Ötekiler hep kız çocuktur.Ne yapalar,evde oturur dururlar.İş yoktur ki yapalar.Çok şükür Allaha,aldığımız üç beş kuruşla geçinip gidok.”İçimi müthiş bir acıma duygusu kapladı.Bir çırpıda anlatılan bu acı gerçekler karşısında üzülmemek olası mıydı?Yedi kişilik bir ailenin tüm geçim kaynağı, bu basit araba ile yapılan taşımacılıktan ibaretti.Bu işte olmasa ne yer ne içerler acaba?Durum böyle olunca,yüz bin lira için ölesiye mücadele etmek daha bir anlam kazanıyordu.

Abuzer’in alnında biriken ter damlaları, yanağında iz bırakarak aşağı süzülüyordu. Fazla eğimli olmasa da ağır kolilerle dolu olan arabayı itelemek oldukça zor bir işti.Abuzer vücudunu ileri doğru eğmiş,güçlü kollarını çelik birer yay gibi arabaya kenetlemiş,tüm dikkatini arabayı itelemeye odaklamıştı.Yanında bomboş yürümenin yanlış olduğunu düşündüm.Arabanın itme kollarını tutarak yardım etmeye çalıştım.Abuzer itiraz etti. “Abey sen yorulma, ben onu itelerim.”Dedi. “ Biliyorum itelersin,”dedim. “ Boş boş yürümektense az çok benim de yardımım olsun istiyorum.” Abuzer’in karşı çıkışına engel olmak için konuyu değiştirdim. “Abuzer sen hiç okumadın mı, yoksa okumak mı istemedin?” Yok abey, okumak kim,biz kim?Köydeki ilkokuldan iyi kötü bir diploma almışım.Ondan öte nasıl okusam ki?” “Yani okumak istemedin mi?” Diye sordum. “Hele bak sen abeye,heç istemem olur mu ki?Tabi isterem emme nasıl okuyam,de hele.Babo yoktur,para yoktur,eve ekmek alacak kimse yoktur.O gader adama kim saap çıkabilirmiş benden başka?İşte o yüzden okumamışam.”Abuzer’in söyledikleri çok doğru ve çok gerçekçiydi.Şartlar uygun olsaydı elbette okumak isterdi.İçinde bulunduğu ortamda nasıl okuyabilirdi ki?Önce ekmek parası kazanmalıydı.Hayatın yükünü çekmek Abuzer’e kalmıştı.O’da bu sorumluluğunun bilincinde olarak,görevini hakkıyla yerine getirme çabasındaydı.

Sonunda öğretmen evine ulaştık. Aslında öğretmen evi terminale çok uzak değildi.Ancak yanımızda yürüyen bayanların adımlarına ayak uydurmak zorundaydık .Öğretmen evi görevlisine, eşyalarımızı geçici olarak bırakabileceğimiz uygun bir yer olup olmadığını sordum.İkinci kata çıkan merdivenlerin altındaki boşluğa bırakabileceğimizi söyledi.Abuzer,kolileri ve çantaları birer birer gösterilen yere özenle yerleştirdi.Tüm vücudu terden sırılsıklamdı.Alnında biriken ter damlalarını elinin tersi ile silerek yere akıttı.İşini tamamlamıştı.Arka cebimde taşıdığım cüzdanı çıkardım.İçinden bir beş yüz bin lira çıkararak Abuzer’e uzattım. “Bozuk yok muydu abey?” Dedi. “Bozuk paraya gerek yok, bunun hepsi senin.”Dedim. Gözleri iri iri açıldı. “Olur mu abey, bana hakkın geçer.”Dedi. Hakkım filan geçmez,”dedim. “Senin emeğinin tam karşılığı bile sayılmaz.Ellerine sağlık.Kazancını da güle güle ye.”Gözlerinde sonsuz bir minnet ışığı parladı.Söyleyecek başka bir şey bulamamış gibi, “sağ olasın abey,sen çok sağ olasın.” Diyerek yanımdan uzaklaştı.

Abuzer, ilerideki köşeyi dönüp gözden kayboluncaya kadar,en az iki üç kez arkasına baktı.İçinden,” ya bu adam çok zengin ya da aklından bir zoru var,”diye geçirmiş olabileceğini tahmin ederek güldüm.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (127 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol