BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Site Men

 

SİTE-MEN

Gece. Saat yirmi kırk suları. Elmalı Sitesi’ nin balkonlarından yansıyan göz parıltıları. Sarı, kırmızı mavi. Renk renk gözler.Kimi sokak lambalarından aldığı sarı ışığı yansıtmakta kimi site bahçesinin spotlarından yayılan beyaz ışığı.Onlarca, hatta yüzlerce göz var balkonlarda.Evet,sadece nankör gözler var,nankör gözler.İnsanlık erdemini tümüyle yitirmiş gözler.Aslında ‘nankör’ sıfatının doğru bir tanımlama olduğundan da kuşkuluyum.Çünkü genel olarak kediye nankör derler;verilen yiyeceğin ardından gözlerini kapatıp mırıl mırıl uyuduğu için.Balkonlardan parlayan gözlerin hiç biri kapalı değil,aksine araba farları gibi kocaman kocaman açık.Yeşili de açık, siyahı ve diğer renklerde olanlarda.Merak tümünü büyülemiş.Gecenin bu geç vaktinde ancak boğazlanan bir insandan çıkabilecek kadar tiz ve acı çığlığın kaynağını ve de nedenini merak ediyorlar.Gözlerde yalnızca merak var.Başkaca duygu aramak boşuna.Çünkü gözler duygusuz,duygu onlara yabancı.Üstelik beş duyuları da ses dışında algılamalara hepten kapatılmış.Gözler bağımsız,çifter çifter görünseler de bir başa bağlı değiller.Bir burunun iki yanında,kaşların altında değil bunlar,havada uçuşuyorlar.Eğer görünmeyen birer başa bağlı iseler bile o başların içleri boş, beyin barındırmayan birer yuvarlaktan ibaret olduklarına hiç kuşku yok.Öyle olmasalar,hemcinslerinden birine ait olduğu kesin olan böylesi acı bir çığlığa, bu denli duyarsız davranmaları başka nasıl açıklanabilir?

Acı çığlık geceyi bir kez daha bıçak gibi böldü.Keskin bir pala gibi indi karanlıklara.Ardından bir sözcük yayıldı sitenin dört bir yanına.”Yavrum…” Sözcük önce duvarlara vurdu, duvarlardan geri yansıdı.Onlarca duvarların tümünden aynı anda yanıt geldi:”Yavrum,yavrum…”Beton duvarlar,taş duvarlar bu çığlığa sahip çıktılar.Her birinin kalın sıvalarında ‘yavrum’ çığlığının derin çatlakları oluştu.Gece bile duyarsız kalamadı,zifiri karanlığını kıstı,ortalığa gri bir aydınlık saldı.

Sitelerin balkonlarında ateş böcekleri gibi parıldayan gözlerde hiçbir değişim izi belirtisi yoktu. Taşlaşmış gözlerin sadece sayıları arttı.Her bir çift gözün ışıltısı oyuncak lazer tabancasından yansıyan nokta ışıklar gibi karşı sitenin balkonlarını süsledi.Gözler sessizce birbirlerine sordular neler olup bittiğini.Bir çift mavi göz yavaşça fısıldadı:”Tarık Bey kalp krizi geçirmiş.” Kırmızı göz:” Ölmüş mü?” diye sordu. Ötelerden bir yerlerden yanıt geldi:”Galiba.”

Gözler sustu. Ortalık derin bir sessizliğe büründü. Gecede çıt çıkmaz oldu. Elde edilen ve karanlıkları yırtan birkaç sözcük, gözlerin merakını dindirmeye yetmiş olmalıydı. Gözlerin tekrar önceki sessizliklerine dönmüş olmaları, yitirilmiş duygularının açık bir ifadesi gibiydi. O gözlerin duygu pınarları kutup buzullarının altında kalmışlardı. Donup gitmişlerdi hepten.Ne heyecan saklıydı bu gözlerde ne de hüzün.Site duvarları bile bu gözlerden daha duyarlıydılar çevrelerine.

“Oğlum, yiğidim…” Diye tekrar yükseldi, insanın içini buran çığlık.Belli ki bu ana çığlığı.Oğlunun,gözleri önünde yokluğa doğru uçup gitmesini izleyen ve acıların en büyüğünü yaşamakta olan bir ananın feryadı idi bu sesler.

Birinci katta oturan emekli polis Durmuş Bey, uzandığı kanepede irkiliyor. Televizyon izlerken dalıp gitmiş ve bir ara içi geçmişken, tanımı zor çığlıkla yerinden fırlıyor. Bir süre çevreyi dinliyor pür dikkat.Hayal mi görmüştü, gerçek miydi duyduğu feryat? Bilincini açmak için zorluyor kendini. Üst kattan ağıt sesine benzer bir şeyler geliyor kulağına. Fırlıyor oturduğu kanepeden.Otuz yıllık polis olmanın verdiği deneyimle acının kokusunu alıyor.Bir aile dramının acılı resmi belleğinde uçuşuyor.Ayağındaki ev terliği ile dışarı fırlıyor.

Ortalıkta zehir gibi bir acının izleri var. Yanan bir ana yüreğinin dumanı tütüyor gecenin karanlığına. Çocukluk çağından beri ağlamayı unutmuş genç erkeğin hali perişan. Boğazından çıkarmaya zorladığı düğüm düğüm olan hıçkırık mı yoksa tanrıya bir yakarı mı tam belli değil.

Balkona açılan kapının önünde, oturduğu sandalye ile birlikte yere düşmüş, upuzun yatan orta yaşlı bir adam. Yüzü patlıcan moru. Gözlerinin karası yok.Açık ağzında köpükler yığın yığın.Soluk almıyor.

Sitenin balkonlarında insanlar.(-mı?) Yoksa yalnızca gözler mi desem? İçleri varsa eğer,önceleri bir vicdana sahiplerse bile tümden yitirmişler bu yetilerini.Belli ki vicdanlar bedenlerden çıkarılıp kendilerine en uzak köşelerde çivilere asılmış.Duygu diye, insanlık erdemi diye kavramlar hepten anlamını yitirmiş. Gözler kalmış geride, gözler, gözler… Yaşlı gözleri, genç gözleri, kadın erkek gözleri ve hatta çoluk çocuk gözleri. Anlamsız anlamsız, ölü gözleri gibi bakınıyorlar.Canlı olduklarına bin tanık gerek. İçlerinde en küçük kıpırtı yok. Erdemler unutulmuş. Erdem gözlerden uzak yerlere gitmiş. Yani geldikleri yerlerde kalmış. Kimi Ağrı’da kalmış, kimi Mardin’de. Kimileri Antep’ten Maraş’tan hiç ayrılmamış. Edirne’den, Ankara’dan, Eskişehir’den, Sivas’tan hiç haber yok. Elmalı Sitesi’nin balkonlarında parıldayan gözlerin içi çürümüş. İplere dizilmiş, rengi soluk boncuklar gibi dizi dizi gözler.

Durmuş Bey duruma el koyuyor. Tek başına. Başka gelen giden yok. Gelecek olan da yok. Eğilip iki dizi üzerine şah damarını arıyor Tarık’ın. Nabız yok. Nabız sıfır. Kesin, yürek pes etmiş olmalı. Belli etmiyor.”Yok bir şey.” Diyor, acılı ana ile küçük kardeşe.”Bayılmış Tarık. Şimdi cankurtaran çağırıyorum. İki dakikada burada olurlar. Sakin olun bakayım.”Teselliye çalışıyor onları.Sonra cep telefonundan “Alo” diyor,Hızır acile.Adresi veriyor çabucak.Yapacak bir şey yok.Tarık’ın yanına çömeliyor tekrar.Yavaşça gömleğinin düğmelerini açıyor.Hala içinde bir umut var Durmuş Bey’in.Çok olaylara tanık oldu böylesine.Öldü sanılan çok hasta yaşama geri döndürüldü hastanelerde.

Zaman geçmek bilmiyor. Hava kurşun gibi ağır. Telefon edeli henüz beş dakika geçmiş olmasına karşılık Durmuş Bey, beşinci kez bakıyor saatine.”Nerede kaldı bu cankurtaran” der gibi. Kulakları siren sesine odaklı bekliyorlar.

Dışarıda, balkonlarda gözler dizili. Havada uçuşan renkli bilyeler gibi. Başkaca bir şey görünmüyor. Gözler kendilerini birilerinden saklama çabasındalar.Az da olsa kendilerini taşıyan yuvarlak nesnelerin içinde erdemliliğin kırıntıları kalmış olsa gerek.Balkonların yanan ışığı olmadığı gibi kazara açık unutulmuş oda ışıkları da birer birer söndürülüyor. Böylesinin kendileri için daha iyi olduğunu düşünüyorlar. İçlerinin karalığını saklamak için geceden medet umuyorlar. Kimse bir başkasını görmemeli.”Duyup ta gelmediler” söylencesinin önünü ancak böyle kesebileceklerini düşünüyorlar. Gözlerin yerden göğe hakları var.Durup dururken neden suçlandırılsınlar?Biz de gözlere tanıklık yapmaya hazırız.Erdemini yitirmiş gözler, o gecenin zifiri karanlığında ne bir şey duydular ne de bir şeyler gördüler.

Gözleri taşıyan yuvarlağın içi boşalmış. Beyinler küçülmüşler.Nokta kadar kalmış her biri.Bu koca kent,bu yaşam koşulları, bu kimilerinin uygarlık olarak tanımladığı olgular, insanların yalnız içlerini değil ,her şeylerini eritip yok etmiş.Nokta beyinlerin tek işlevi kalmış:Günlük gereksinmelerin karşılanabilmesi.Her bir gözün tüm dünyası, içinde yaşadığı dört duvarın sınırladığı alandan ibaret.

Sitenin duvarlarında siren sesleri. Cankurtaran Elmalı Sitesi’nin girişinde. Doktor, ışığı yanan ikinci kat balkonundan kendisine seslenildiğini duyuyor. Emekli polis Durmuş Bey,”Acele edin lütfen,” diye bağırıyor. Balkonlara sıralanan yüzlerce göz biraz daha gerilere çekiliyor. Balkonların en karanlık köşelerine siniyorlar.Aman, kendilerini bir gören olmasın!Olura , birileri kendilerini yardıma çağırabilirler.

Doktor hastaya ilk müdahaleyi yaptıktan sonra,”Hastaneye götürmemiz gerek,” diyor. Yüzünde bir umutsuzluğun yansımaları var. Sedyeye alınıyor Tarık. Aşağı taşımak için birkaç insana ihtiyaç var. Ama yok, burada insan yok.Burası ıssız bir dağ başı,ıssız bir çöl!Adam ne gezer buralarda. Çaresiz doktor, cankurtaran sürücüsü, Durmuş Bey ve küçük kardeş sedyenin birer ucundan tutuyorlar. Merdivenler dar ve dik. Tarık ağır mı ağır.Canlar dişlere takılı ,ağır ağır iniyorlar merdivenleri.Yardıma koşan bir Allah kulu yok.Balkonlardaki gözler hepten yok olmuşlar.Toz olup havaya uçmuşlar.Gecenin karanlığı üstlerini bir güzel örtmüş.Gece kadar kara yürekli gözler göreceklerini görmüşler.Filmin sonu aşağı yukarı belli olmuş.Daha balkonda pineklemenin bir anlamı var mı?Tüm gözlerin içleri ferah mı ferah,vicdanları rahat mı rahat.Kimin umurunda Tarık?Hep birlikte yumuşacık yataklarına uzanıyorlar,tümünün içi huzur dolu.Ne de olsa bunlar insan değil;sadece birer çift gözler.

Tarık cankurtarana güçlükle yerleştiriliyor. Durmuş Bey’den başka acılı anaya eşlik eden yok. Birlikte gidiyorlar hastaneye.

Cankurtaranın mavi kırmızı ışığı yanıp sönerken, siren sesleri tekrar yırtıyor gecenin zifiri karanlığını. Sitelerin çöplüğünden beslenen sokak köpekleri, nasırlaşmış duygularından, rafa kaldırılmış vicdanlarından,yitirdikleri insanlık erdemlerinden ötürü,site sakinleri adına utanıyorlar.Önce üzüntülerini belirtmek için tek tek havlıyorlar;daha sonraki toplu ulumaları, Antalya’nın sahil barlarından taşan çılgın pop müziğine karışıyor.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (176 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol