DOĞADA YÜCE YASA
Kalbinin vuruşları hızlandı. Dönmek istedi yatağında. Sol dirseği üzerine olanca ağırlığını vererek doğrulmaya çalıştı. Vücudunun yarısı yok gibiydi. Yarımlığı geldi aklına. Kırış kırış olan yüzü daha bir başkalaştı. Yanaklarına doğru gerilen dudak uçları acı bir gülümsemeyi anımsatıyordu. Sırt üstü düştü birden.Upuzun oldu adam.Çukura kaçmış fersiz gözleri dimdik tavana baktı. Uzunca bir süredir kocaman açılı duran gözleri, hiçbir yaşam belirtisi vermeden,tavanın herhangi bir noktasında çakılıp kaldı. Gür ve dağınık kaşları, gözlerini olduğundan daha derinde gösteriyordu. Gözlerinin rengi gri yada ela olabilirdi. Yatağının yanıbaşındaki pencereden yansıyan ışıklar, göz renginin ne olduğunu anlamaya yetmiyordu. Bir ölü gibi devinimsiz yatan adamın göz kapakları, nihayet iki kez açılıp kapandı. İki damla göz yaşı, kulaklarına doğru sızdı. Bembeyaz sakalının içerisinde kayboldu.Adam ağlıyor muydu?Yoksa açık kalan gözlerinin kendini koruma refleksi miydi akan iki damla gözyaşı? Yüzünde, bu yaşların ne anlama geldiğini ele verecek en küçük bir kıpırtı yoktu. Üzerini örten yorgan, soluk alıp vermesine uygun olarak hareket etmese adamın yaşadığı bile anlaşılamazdı. Adam yaşıyordu. Çevresini kuşatan yakınları,dostları ayırtında olmasalar da O, henüz yaşamla olan bağını kopartmamıştı.Şimdi kendi ile hesaplaşıyordu. Bedenini bir türlü terk etmeye yanaşmayan ruhu ile konuşuyordu.
“Çık,” dedi içinden.”Çık artık. Kendine daha uygun bir kalıp bul.Çocukluğumdaki,gençliğimdeki gibi. Taşımaya gücün kalmadı artık bu koca mereti.Yetmez mi bunca yıl sırtında taşıdığın?”
Tüm yaşamı hızla, gözünün önünden tekrar tekrar geçip gidiyordu.
“En büyük tutkun olan papatya gözlü Dilber’i sana yar edemedim.Seni hiçbir zaman yeterince anlayamayan biri ile ömrünü geçirmene sebep olduğum için bağışla beni. Tüm suçun bende olduğunu kabul ediyor ve senden binlerce kez özür diliyorum.”
Yüzünde dolaşan gülümseme gölgeleri, tatlı bir anının yansımaları mıydı acaba?
“Oysaki…”Diye tekrar daldı eski günlere.” Gençtim, güçlüydüm. Ama dış yapım,senin papatya gözlü esmerinin gönlünü çelecek kadar alımlı yaratılmamıştı. Bu durumun benliğimde ne derin yaralar açtığının tek tanığı sen değil misin? Evet, sen kusursuzdun, mükemmeldin. Her arzumu yerine getirecek güce sahiptin. Nitekim ben ne istedimse cömertçe verdin. Ne yazık ki ‘BEN’ ile ‘SEN’ iyi bir ikili olamadık. Uyum sağlayamadık.Yeter bana verdiğin bunca emek.Bu yükü daha fazla taşımanın bir anlamı kalmadı. Artık gönül rahatlığı ile bırakabilirsin beni. Haydi dostum,bırak beni. Bak, sen de görüyorsun, beni bir başka dost bekliyor; kara toprak. Ben tüm hakkımı helal ediyorum sana, sen de helal et. Haydi güle güle git. Yolun açık olsun. Kapıyı çek ve arkana bakmadan, gönül huzuru ile git.”
Odanın kapısı açıldı. Dünyalar güzeli bir kız girdi içeri. Adamda en küçük bir yaşam belirtisi yoktu. Uzun ak sakalı, boğazına kadar çekili yorganın üzerine, taranmış yün gibi serilmişti. Genç kız, yaşlı adamın ne durumda olduğunu anlamak için yüzüne doğru eğildi.Yaşlı adamın boğazından anlamsız hırıltılar yükseldi.Yayvanlaşmış, iri, morarmış kıllı burun uçlarındaki hareket durdu. Dudaklarında bir devinim belirdi. Üzerine yapışacakmış gibi eğilen, gözleri yaşlı taptaze varlığın farkında bile değildi. Genç kız, yanağını neredeyse adamın yanaklarına değecek kadar yakınlaştırdı. Yaşlı adamın ne durumda olduğunu anlamak istiyor gibiydi. Bir süre aynı durumda kaldı. Nefes alıp almadığından emin değildi.Uzunca bir sürenin ardından, adamın ağzında bir kıpırtı oldu.Bir kaç kez çenesi açılıp kapandı.Boğazını temizliyor gibi gelen sesli bir soluktan sonra başı yana kaydı.Alt çenesi gevşedi.Ağzı açık kaldı.Gözleri yarı bakıyor gibiydi ama renkli kısmı kaybolmuştu. Genç kız, ”babam,canım babam,” diye yürekleri ürperten bir çığlık attı. Odanın içi bir anda karıştı. Aile bireyleri farklı ses tonları ile ağlaşırken komşulardan biri, adamın açılan çenesini güllü bir eşarpla bağladı Böylece bir yaşam daha noktalanmıştı..
Ruh, yaşlı bedeni terk eder etmez kendini büyük bir boşluğun içinde buldu.Bir biçemden öze dönüşünce kendini, çırılçıplak ortalarda kalmış gibi hissetti.Hala uzun yıllardan beri birlikte olduğu varlığı bırakmak istemiyordu.Öte yandan buna mecbur olduğunun da bilincindeydi.Çünkü bu kuralı kendileri belirlememişti.Bu olgu Yüce Yasa’nın emriydi.Kuralı O, böyle koymuştu.Bu kurala uymama diye bir ayrıcalığı yoktu.Güç de olsa çevreden biraz uzaklaştı“Elveda,” dedi.Üzgündü,çok üzgündü ihtiyar adamın genç ruhu.”İyi arkadaştık,aslına bakarsan iyi de anlaşabiliyorduk.Gerçi en büyük tutkum olan papatya gözlü kızı bana kazandıramadın ama suç senin değil ki.Evet suç ne senin ne de benimdi. Zaten bir suçlu aramanın gereği de yok.Her şey Yüce Yasa’nın buyruğu doğrultusunda gerçekleşti.Anılar uzaklarda kaldı.Zaten bir suçlu arayıp bulsaydık bile hiçbir şeyi değiştiremezdik. Buna gücümüz yetmezdi.Anımsar mısın? Ne çok ortak arzularımız vardı. Ne kadarına sahip olabildik?Çocukluğunda pilot olmak istiyordun,olabildin mi? Olamadın,neden? Gözlerin kusurluymuş. Sen mi yarattın ela gözlerini? Çok zengin olup onlarca yoksul öğrenciye yardım etmek istiyordun, bunu yapabildin mi?Eline geçen haksız kazanç kapılarını reddeden vicdanını susturup, erdemli yaşamı varsıllığa yeğleyen sen değil misin?Artık her şey geride kaldı. İkimiz de Yüce Yasa’nın uygulayıcılarıyız. Bu kuralların dışına çıkamayız.Bunları ta başından beri biliyoruz değil mi? Nasıl olsa bir gün ayrılacaktık.O gün, bu gün olsa gerek. İkimizin de bu ayrılığı kabullenmiş olması, işimizi kolay kılar. Haydi hoşça kal. Sen yeni dostunun kucağına git,ben de kendi yoluma.”
Sabah olmak üzereydi. Yıllardır yurt edindiği bir çevreden kopup gitmek kolay değildi.Hele ikiliği birliğe indirgedikleri beden henüz ortada iken, onu terk etmeyi içine sindiremiyordu.Ama kesin olarak biliyordu ki burada yapabileceği bir şey de kalmamıştı. Kendisini bekleyen yeni görevler vardı.Yüce Yasa’nın buyruğu böyleydi. Ona uymama gibi iradeye sahip değildi. Gidecekti. Pencereye yöneldi.
İlkbaharın bin bir renge bürüdüğü bir ortamda buldu kendini.Artık özgürdü. Doğanın, albenisine karşı konulmaz güzelliğinin verdiği zevki, doya doya tadarak uçtu. Tüm üzüntüsü gerilerde kaldı.Kendini bir kuş kadar hafif hissediyordu. Özgürlüğün bu denli güzel olduğunu unutmuştu, yeniden anımsadı. Böylesine dertsiz, tasasız olmak, hiçbir sorumluluk taşımadan var olmak, hoşuna gitti. Doğanın her zerresine sevgi ile yaklaşıyor, seviyor, okşuyordu.Zaman kavramı anlamını yitirmişti. Ne kadar zaman geçtiğini bilmeden dolaştı durdu. Zamanla sınırlandırılmayan bilincin tadını, doyasıya çıkarmak istiyordu. Tanıdık ve buyurucu bir sesin, ”görevini unutma!”emriyle kendine geldi.Görevini anımsadı.Görevini anımsatan ses kendine mi aitti,başkasına mı tam bilincinde değildi.Sonsuza dek böyle yapayalnız olamayacağını düşündü. Çünkü yaşadığı deneyimler, bedensizliğin çok da anlamlı olmadığını öğretmişti. Şimdiki varlığından hiç kimsenin haberi olmuyordu. Hiç kimse ona dokunamıyor,sevemiyor,önemsemiyordu.Ancak yeni bir kalıpla, yeni bir kimlikle ortaya çıktığında varlığı bir anlam kazanıyordu. Bunları anımsayınca gidiş yönünü değiştirdi. Olanca hızı ile yeni bir ‘BEN’ yaratacağı ve kendisinin gelmesini sabırsızlıkla bekleyen, genç bedenin bulunduğu ortama yöneldi.
Tanımadığı bir çevrede buldu kendini.Bakımlı bahçeler içerisinde sıralanmış, güzel evlerin oluşturduğu bir mahalledeydi.İçinden bir ses, yeni yerleşkesinin burası olduğunu söylüyordu. Yediveren güllerinin donattığı bir bahçeye girdi.Kaliteli mermerlerle oluşturulmuş yoldan dikkatle ilerledi.İki katlı eflatun renkli evin önünde durdu.Yine içinden bir ses “yeni evin burası,” diye uyardı onu.Evin içerisine girmeden önce son kez çevresine bakındı.Sevdi yeni mekânını. Doğaya seslendi: ”Elveda sizlere çiçekler, ağaçlar, böcekler,güzel kuşlar. Bedensiz benliğimin önemi yok. Yeni bir ‘BEN’le tekrar aranıza döneceğim. Çok sürmez, geri geleceğim. Şimdilik hoşça kalın.”
Eflatun boyalı evin, ikinci katının açık penceresinden sevinçle içeri daldı.
Yeşil gözlerini ovuşturarak kocasının yanından doğrulan genç kadın, içinde bir kıpırtı hissetti. Midesi bulanıyordu.Kalktı lavaboya yürüdü. Biçimli vücudu ipek geceliğinin altında göz alıcı bir güzellikteydi.Dağılmış kumral saçlarını ıslak elleri ile sıvazlayarak düzeltti. Derin derin soluklandı.Bulantısı geçmişti. Hiçbir şeyden haberi olmayan eşi, huzurlu ve derin bir uykunun kollarındaydı. Eşinin yüzüne hayran hayran baktı. Nasıl da yakışıklı görünüyordu. Uyandırmamaya özen göstererek usulca yatağına tekrar uzandı. Karnındaki varlık rahatsız olmuşçasına debelendi. Kadının yüzü mutlu bir gülümseme ile aydınlandı. Uyandırma pahasına eşine sarıldı. Biçimini çok sevdiği burnuna sımsıcak bir öpücük kondurdu.
Bilal BENGÜ