BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Ekmek Parası

 

EKMEK PARASI

Üç adım önde yürüyen,kara-kuru yetmişlik ihtiyarın,çok sigara içmekten çatallaşmış ve özelliğini yitirmiş sesini bile duymamak için neler feda etmezdi ki.Ama şimdi, görünmez bir iple bağlıymış gibi önündeki adamın arkasından uysal adımlarla yürüyordu. Hem de arkasındakinin istekle yürüdüğünü hissettirmek istercesine abartılı abartılı yürüyordu.

Önünde yürüyen Mehmet Efendi, inşaatlarda geceleri bekçilik,gündüzleri ise işçibaşılığı yaparak geçimini sağlıyordu.Arkadan on dört yaşındaki ortaokul öğrencisi oğlu ile Mehmet Efendi’yi izleyen ise devlet memuru idi.Öğretmendi.

Mehmet Efendi’nin sıska bedeni,eski ve geniş elbiselerinin içinde korkuluk değneği gibi yitip gitmişti.Adımları düzensiz ve yalpalıydı.Geniş kol ağızlarından çıkan çipil ellerini arkasında birleştirmiş,yılların ağır yükü altında kamburlaşan sırtını olabildiğince dik tutmaya çalışarak yürüyordu.Bu duruş ve yürüyüşte bir mağrurluğun,hatta belli belirsiz bir küstahlığın izleri vardı.Uzayan sakalının daha da biçimsizleştirdiği,buruş buruş suratının ortasında yer alan ve köstebeklerinkine benzeyen ufacık gözleri ile çevreyi bir radar gibi tarıyordu.

Öğretmen Ali Bey’in elinde naylon bir poşet içerisinde iş elbiseleri vardı.Poşeti tutan elinin içi terden sırılsıklamdı.Yüzü,içinde kopan fırtınaların dışa yansımasına engel olmak için maske takılmış gibi donuk ve anlamsızdı.Babasını bir adım geriden izleyen oğlu,pazar sabahının mahmurluğunu henüz üzerinden atamamış gibiydi.Hareketlerindeki durgunluk bedeninin yorgunluğunu ele veriyordu.

Ali Bey ile oğlu,hafta sonu tatilinde,neden bu yaşlı adamın arkasından gitmek zorundaydılar?Onları,asla istemedikleri bu duruma sürükleyen sebep neydi?Neden basit ve hayatın acı bir gerçeği idi:Ekmek parası kazanmak.Bir günlük hafta sonu tatilini değerlendirerek, evlerinin ekmek parasını ve üç çocuğun okul giderlerinin bir bölümünü temin edebilmekti.

Ali Bey, yaklaşık bir yıl önce,özlemini çektikleri bir eve sahip olabilmek için konut kredisi isteminde bulunmuş,isteği kabul görmüş ve tüm olanaklarını bu kredi ile birleştirerek bir yuva sahibi olmayı başarmışlardı.Bu,onlar için öylesine mutluluk verici bir olaydı ki iki ay sonra alınan kredinin geri ödemesi başlayana kadar ailece, kendilerini göklerde uçuyor hissettiler.Ve iki ay sonra geri ödeme başladı.Ali Bey’in aldığı maaşın yarısından fazlası kredi taksitine gidince günlük yaşamın acımasız topuzu bir balyoz gibi indi tepelerine.Artık günlük ekmeklerini bile temin etmekte zorlanıyorlardı.Ne olursa olsun ek bir iş,ek bir gelir lazımdı.Ne yapabileceklerini araştırmaya başladılar.Önce kilo ile eski gazete satın alıp gece yarılarına kadar ve aile bireylerinin tümünün katılımı ile kâğıt torba yapımına girişildi.Her gece saat on ikilere kadar yapılan çalışmalar,kendilerine yetecek maddi desteği sağlayamıyordu.Bir kilo gazete yüz elli kuruşa alınabiliyordu.Gazetenin torba haline getirilmesinde yapıştırıcı olarak un kullanmak gerekiyordu.Bütün bir gece tüm ailece yapılan çalışma sonucunda yapılabilen kağıt torbanın toplam ağırlığı dört kiloyu geçmiyordu.Kilosu ikibuçuk liradan satıldığı düşünülürse kendilerine kalan para dört liradan ibaretti.Bu bile onların aç kalmasını önlemeye yetiyordu ama yaptıkları kağıt torbaları her zaman satmaları mümkün olmuyordu.Kağıt torbanın tek alıcısı bakkallardı.Onlar da bazen yapılan torbaları beğenmiyorlardı bazen de ihtiyaçlarının olmadığını söylüyorlardı.Bu işin kendilerini rahata erdiremeyeceği apaçık ortadaydı.Başka işler bulmalıydılar.

Tam o sırada uygun bir iş teklifi aldılar.Aynı mahallede oturan manifaturacı Rıza Efendi,Ali Bey’in terzi olduğunu öğrendiği eşinin,dükkanda satmak üzere bayan entarisi dikip dikemeyeceğini sordu.Her bir entari için yüz kuruş yani bir lira verebileceğini söyledi.Ali hiç beklemediği bir anda gelen bu teklifi kendilerine Allah’ın bir lütfu gibi algıladı.Hiç tereddüt etmeden ve hatta eşinin ne diyeceğini düşünmeden işi kabul etti.”Olur,yaparız.”Dedi.Aslında bir entarinin dikiş fiyatının dört beş liradan aşağı olmadığını çok iyi biliyordu.Ama şimdi fiyat sorma zamanı değildi.Ayrıca bu sürekli bir iş demekti.Elbette tek dikişlerden farklı olacaktı.

Ertesi gün Rıza Efendi,kesilmiş ve dikime hazırlanmış bir torba dolusu kumaş getirdi.Gündüzleri anne tek başına çalışmak zorundaydı.Çünkü diğer aile bireylerinin hepsi okula gidiyordu.Çocukların üçü de öğrenciydiler.Akşam, evleri tam bir dikiş atölyesine dönüştürülüyordu.Saat üçte okuldan dönen baba derhal eşinin yardımına koşuyordu.Çocuklar ise hiç zaman geçirmeden ödevlerini yapıyor,çarçabuk karınlarını doyurduktan sonra işe koyuluyorlardı.Baba kumaşları dikişe hazırlıyordu.Ortaokul ikinci sınıfa giden büyük oğul dikilen entariyi ütülüyor,ilkokul beşe giden ortanca çocuk elbiselerin dikiş yerlerinde kalan fazla iplikleri ayıklıyor,ilkokul üçüncü sınıfta okuyan kız çocuğu da işi biten entarileri katlayarak torbaya yerleştiriyordu.Bu çalışma temposu ile günde yedi sekiz hatta bazen on entari dikilebiliyordu.Bu da yaklaşık on liralık bir günlük gelir demekti ki ekmek parası bulamama korkusunun ortadan kalktığı anlamına geliyordu.Para sıkıntısı sona ermişti.Bir hafta sonra, çocukların acil okul gereksinimleri giderilmiş, ailede herkesin yüzünde bu rahatlamanın verdiği aydınlık yansımaya başlamıştı.Bu rahatlama aşırı bir emeği gerektirse de yeni bir ev sahibi olabilme duygusu her türlü fedakârlığa değerdi doğrusu.Böylesine ağır çalışma temposu onları asla bir yılgınlığa sevk etmiyordu.Aksine ailece bir iş başarmanın doyumsuz zevkini alarak çalışıyorlardı.Keşke aralıksız böyle devam edebilselerdi.Ne yazık ki bu işte umdukları gibi uzun sürmedi.Rıza Efendi elinde yeteri kadar entari stoku biriktiğini söyleyerek iş vermeyi kesti.

Bir kapı kapanırsa başka bir kapı açılır derler.Gerçekten de dikiş işinin sona ermesinin ardından gene maddi sıkıntılı günler başlamıştı ki o sırada bir başka iş çıktı.Kapı bir komşuları sayılan ‘karikatür’ lakaplı Mehmet Efendi’ nin inşaat işçisi aradığını duydular. Baba ve oğul, tatil günleri çalışmak istediklerini söylediler. ’Karikatür’ Mehmet Efendi’nin aklı bir türlü almadı bu isteği. Nasıl olurdu da bir öğretmen, inşaatlarda işçilik yapabilirdi? Haydi kendisi çalışabilir diyelim ya on dört yaşındaki oğlu nasıl çalışacaktı? Aklı bu işe ermese de komşuluk hatırına ‘olur’ dedi. İçinden okuma yazması bile olmayan kendisinin bir öğretmeni yanında işçi olarak çalıştıracağının gururunu yaşıyordu. Her fırsatta övünmeyi huy edinmiş biri olarak kendisine yeni övünç konusu çıkmış olmasından mutluluk duyuyordu.

İşte bu pazar sabahı, erken saatlerde, Karikatür’ ün arkasından isteksizce yürümelerinin sebebi ekmek parası kazanabilmekti.

Galiba bir toplum, birisine hak etmediği bir lakabı asla yakıştırmıyordu. Mehmet Efendi tam bir canlı karikatür örneği idi. Dış görünüşü ile olduğu kadar tüm davranışları ile de karikatür gibiydi. Bir kere çenesi çok düşüktü. Gençliğini anlatmaya bir kez başlamaya görsün tüm evren gözünden siliniyordu. Askerliği, ilk evliliği, ilk eşinin hastalığı ve sonunda ölümü, ikinci evliliği ve hatta yatak odası sırları bile anlatım konusu idi. Her konuyu olabildiğince abartıyor, gerçekle düşü iç içe karıştırıp harmanlıyordu. Her öyküsünü mutlaka kendisine mal ettiği bir kahramanlıkla bitiriyordu. O’ nun bu özelliğini iyi bilenler, Nasrettin Hoca’ nın,” ah gençlik ah!” diye bilinen öyküsünü yineler gibi “biz senin gençliğini de çok iyi biliriz Mehmet Emmi,” der,güler geçerlerdi. ”Övünmek de para ile değil ya,bırakalım övünebildiği kadar övünsün,”derlerdi.

Karikatür Mehmet Efendi’yi izleyen Ali Bey’in bir adım arkasından da henüz on dört yaşında olan oğlu yürüyordu.Baba,oğul yolda ilerlerken,çevreden gelip geçenlerle göz göze gelmemek için kafalarını binalardan yana çevirerek yol alıyorlardı.Kendilerini tanıyan birinin,sabahın bu erken vakti nereye gittiklerini sorabileceği olasılığı içlerini kemiriyordu.

Ali Bey, içinde oluşan fırtınaların oğlu tarafından anlaşılmasını istemiyordu.Evlerinin geçinim sorumluluğuna bu genç yaştaki oğlunu ortak etmiş olmasının dayanılmaz acısını yaşıyordu.Üzüntüsü derin ve iç yakıcı idi. Bu ruh hali bilincini bulandırıyor,sağlıklı düşünebilme yetisini törpülüyordu. Kendisi bir yetişkin olarak bu durumda ise oğlu kim bilir ne haldeydi. Henüz çocukluktan gençliğe adım atma çağında olan oğlunun yüzüne baktı. Hiç bir farklı anlam çıkaramadı. Belli ki O’ da, duygularının okunmaması için yüzünü maskelemişti.Belli etmemesine rağmen oğlunun içinde kopan fırtınaların, kendisininkinden hiç de az olmadığını hissedebiliyordu. Babasından gözlerini kaçırmasının nedeni, belki de içinde taşıdığı acımasız duyguların anlaşılmasına engel olmaktı.

Yolu uzatma pahasına, boş sokaklardan dolaşarak apartman inşaatına ulaştılar. Yol boyu hiç konuşmamışlardı.İnşaatın bodrumuna indiklerinde, içlerinde çarpışan duygular ruhlarını acıtır boyutlara ulaşmıştı. Öğretmen Ali Bey, iş elbiselerini giymek için çekildiği loş köşede, göz pınarlarına dolan gözyaşlarının yanaklarına doğru süzülmesine engel olamadı.

 

Bilal BENGÜ

 


 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (65 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol