BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Son Zil Çalınca

 

SON ZİL ÇALINCA

Serkan kolundaki saate bir göz attı. On sekizi yirmi geçiyordu. Karnı guruldadı yine.Yazı tahtasına bir şeyler yazmak için konuşmasına ara veren hocanın ardında sinek uçsa vızıltısı duyulacak kadar bir sessizlik vardı.Bu sessiz ortamda Serkan’ın midesinin gurultusunu neredeyse tüm sınıf duyabilirdi.Serkan elini kuvvetle midesine bastırdı.Açlıktan kazınmakta ve durmadan gaz üretmekte olan midesinin sesini önlemeye çalıştı.

Sabahtan beri boğazından geçen tek besin maddesi, okula gelirken bir arkadaşının ikram ettiği çeyrek simitten ibaretti. Cebinde beş parası yoktu.Son parasını bu sabah dolmuşçuya vermişti.Bir haftadır para sıkıntısı çekiyordu.Bu gün yarın memleketten para gelir ümidindeydi ama şu ana kadar da gelmemişti.

Son günlerde kendini hiç iyi hissetmiyordu. Her nedense uzunca bir zamandır eli ayağı kalkmıyor dayanılmaz bir halsizlik Serkan’ı yiyip bitiriyordu.Yüzünü yıkarken baktığı lavabonun aynasındaki görüntüsünü hiç beğenmiyordu.Gür ve kalın kaşlarının altındaki göz kapaklarının anormal şişkinliği hemen fark ediliyordu.Benzi sapsarı geçmişti.Genelde pembe olan dudakları mor mor olmuşlardı.Zaman zaman göğsünden kollarına doğru yükselen bir ağrı soluğunu kesecek gibi zorluyor, kalp atışlarının ritmini bozuyordu.Serkan,bu rahatsızlıklarının tümünün nedenini, yetersiz beslenmesine ve düzensiz yaşam koşullarına bağlıyordu.

Günün son dersinin bitmek üzere olduğu şu dakikalarda, Serkan’ın kafasını meşgul eden en büyük sorun, kaldığı yurda nasıl dönebileceği idi.Dolmuşa verecek parası yoktu.Yürüyerek gitmesi de olası değildi.Çünkü okulla yurt arasında en az on kilometrelik bir mesafe vardı.Çektiği sağlık sorunlarının yanı sıra,günün yorgunluğuna Ankara’nın akşam soğuğunu da ekleyince bu kadar yolu yürüyerek gitmesinin olanaksız olduğu apaçık ortadaydı.Yurda ulaşmanın tek çaresi dolmuşa binmekti.Bunun için gerekli parası da olmadığına göre ne yapabileceğinin hesabını yapmaya çalışıyordu.Yazı tahtasına durmadan bir şeyler karalayan hocanın uyarıları ve anlattıkları Serkan’ı hiç ilgilendirmiyordu.O,dersten çıktıktan sonra kış soğuğunda sokaklarda kalmamanın yollarını arıyordu.İçinden,”belki yakın bir arkadaşımdan dolmuş paramı vermesini isteyebilirim,”diye düşündü.Ancak hocanın bitirmeden bırakmayacağı anlaşılan dersi sürdürüyor olması,bu şansını da tehlikeye atıyordu.Çünkü normal ders saati yaklaşık yirmi dakika önce sona ermiş ve Serkan’ın ders gördüğü sınıfın dışındaki tüm öğrenciler okulu terk etmişlerdi.

Hocanın hevese gelip dersi uzatması aslında gereksiz bir çabaydı.Son ders zili çalınca tüm öğrencilerin dikkatleri dağılıyor ve kendi sorunlarına yönelmiş oluyorlardı.Şimdi de öğrencilerin büyük bir bölümü kendi dertlerini nasıl çözeceklerinin hesabını yapmakla meşgul idiler.

Öğrencilerin ruh hallerinden haberi olmayan hoca,nihayet saat on sekiz kırk yedide dersi bitirdi.Gençler hızla dershaneyi boşalttılar.

Hava çoktan kararmıştı.Serkan,okul bahçesini aralıklarla aydınlatan lambaların zayıf ışığı altından geçen öğrencileri dikkatle izleyerek yürüyordu.Yakından tanıdığı bir arkadaşına rastlamayı umuyordu.Yavaş yavaş nizamiye kapısına doğru ilerledi.Kapı güvenlikçisi kulübede telefon görüşmesi yapıyordu.Serkan kulübenin önünde durdu.Gelip geçenlere bakıyordu.Nihayet son öğrenci de önünden geçip gitti. Ortalık bir anda sessizleşti.Güvenlik görevlisinin yanına geldiğinin ayırtına son anda vardı.Serkan’a “birini mi bekliyorsun arkadaşım?” Diye sordu. Serkan,”hayır,”dedi,”ne yapmam gerektiğine karar vermeye çalışıyorum.”Güvenlikçinin ne söyleyeceğine aldırmadan caddeye doğru yürüdü.

Okul bahçesinin çıkış kapısının tam karşısında yükselen Sabancı Kız Öğrenci Yurdu’nun tüm katlarının ışıkları yanıyordu.Belli ki kız öğrencilerin büyük bir bölümü yurtlarına dönmüşlerdi.Serkan,yurdun tam karşısında Gazi Mahallesi’ne giden yolun köşesinde durarak bir süre çevreyi izledi.Yolun karşı kıyısından ikişerli üçerli gruplar halinde yürüyen kız öğrenciler yurtlarına gidiyorlardı.Aralık ayının şu son günlerinde Ankara’nın meşhur soğukları iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı.Manto ve kabanlarına sıkı sıkıya sarılmış olan genç kızların ağız ve burunlarından çıkan buhar, sokak lambalarının ışığında, sigara dumanı gibi havaya yükseliyordu.Serkan içinin titrediğini hissetti.Üşüdüğünün ayırtına yeni vardı.Dershanenin sıcak ortamından sonra dışarının soğuğunu bir süre duyumsamamıştı.Ama karşısındaki kızların çok sıkı sarınmış olmalarına rağmen büzülerek yürümeleri Serkan’a bir uyarı gibi gelmişti.İçten içe titrediğini fark etti.sırtının üst kısmında ve mide bölgesinde hafiften bir ağrı başladı.”Acaba,”dedi kendi kendine,”karnım aç olduğu için mi bu kadar fazla üşüyorum?” Sırtındaki mevsimlik ince kabanın yakasını kaldırdı.Ders notlarını koltuk altına sıkıştırarak ellerini ceplerine soktu.

Bir tanıdığa rastlama umudu boşa çıkmıştı.Şimdi başka bir çözüm yolu üretmesinin gerekliliğini düşündü.Ne yurda gitmek için parası vardı ne de bir dilim ekmek alacak parası.Bu durumda neler yapabileceklerini bir bir sıralamaya çalıştı.Fazla bir seçeneğinin olmadığını gayet iyi biliyordu.Bu soğuk geceyi herhangi bir parkta geçiremezdi.Yani seçeneklerden biri olabilecek bu yolun önü tıkalıydı.Sığınabileceği yerin mutlaka kapalı bir mekan olası gerekiyordu.Gözü ilerideki telefon kulübesine takıldı.Bir an,”oraya sığınabilir miyim?” diye düşündü.Sonra bu fikrin hiçte uygun bir çözüm olmayacağına karar verdi.Kendini yorgun ve bitkin hissediyordu.İçi boş torba gibi bükülüp yere serilecekmiş gibi oluyor,ayakta durabilmek için büyük bir çaba harcıyordu.Kafasında bir şimşek çaktı.Gazi Mahallesi’nde evde kalan arkadaşları geldi aklına.Pekala o arkadaşlarında kalabilirdi.Bunu neden daha önce düşünemediği için kendi kendine kızdı.Derhal kararını cerdi.Arkadaşlarına gidecekti.Bu karar Serkan’a moral ve güç verdi.İçinde giderek büyüyen umutsuzluktan kurtuldu.Yolun soluna dönerek hızlı hızlı yürüdü.

Gazi Mahallesi’ne ulaşması yaklaşık on beş dakika sürdü.Sıhhıye’den Atatürk Orman Çiftliği’ne giden yol Gazi Mahallesi’nden geçiyordu.Samsun yolu üst geçidinin yanı başından başlayan Devlet Demir Yolları Hastanesi’nin bahçe duvarları boyunca ilerledi.Ders Aletleri Yapım Merkezi’nin önünden sağa saptı.Yol tenha idi.Uzun aralıklı yol lambalarının sokağı yeterince aydınlattığı söylenemezdi.Ayrıca evlerin bahçelerinden dışarı sarkan ağaç dalları sokakların aydınlanmasını engelliyordu.Serkan,tüm dikkatini çok iyi tanımadığı bu çevreye ve bir kez uğradığı evi bulmaya yöneltmişti.Şu ana kadar geçtiği yerleri daha önce görmüş olduğundan emindi.İki sokağın kesiştiği yerde durdu.Hangi yöne gideceğine karar vermekte zorlanıyordu.Tanıdık bir yerler bulmak için çevresini inceledi.İlerideki bina O’na tanıdık geldi.Evet, o ev arkadaşlarının kaldığı ev olmalıydı.Adımlarını hızlandırarak o tarafa yürüdü.

Üç katlı ev yanındakilerden daha yüksekti.Koyu yeşil dış cephe boyası,gecenin karanlığında siyah gibi görünüyordu.Serkan umutla yaklaştığı evin önünde durdu.Evin çevresi yaklaşık seksen santimetre yüksekliğinde duvarla çevriliydi.Bahçeye açılan demir parmaklıklı kapı yarı aralıktı.İçeri girdi.Arkadaşları evin bodrum katında kalıyorlardı.Bodrumun aydınlatma ve havalandırma boşluğu bahçenin taban seviyesindeydi.Evin duvarına bitişik demir parmaklıklarla korumaya alınmış olan oda pencerelerinden içeriyi görmek mümkün değildi;ama gece, ışığın yansıması görülebilirdi.Serkan duvara yaklaştı,eğilerek aydınlatma boşluğuna baktı.Zifiri karanlıktan başka bir şey göremedi.Arkadaşları odanın ışığını yakmış olsalardı boşlukta ışığın yansımasını görebilirdi.Bir süre bekledi.Belki lambayı yakmadan oturuyor olabilirlerdi.Aşağıdan bir ses duymayı ümit etti.Arkadaşlarının orada olduklarını anlatacak ne bir demet ışık vardı ne de ses.Serkan bir anda büyük bir umutsuzluğun içinde buldu kendini.Şimdi tüm vücudu kırılıp dökülüyordu.Midesi,sırtı,göğsü derken birde dayanılmaz bir baş ağrısı başlamıştı.Kulaklarında çağlayanların uğultusu vardı.Gözlerinde kuyruklu yıldızlar uçuşuyordu.Bacakları vücudunun ağırlığını zor taşıyordu.Güçlükle kapının demir parmaklıklarına tutundu.Derin derin soluklandı.Boğazı yanıyor ve nefes almakta zorlanıyordu.Soğuk havaya rağmen tüm vücudunun terden sırıl sıklam olduğunu hissetti.İç çamaşırları bedenine yapışmıştı.Giderek sağlıklı düşünme yetisini kaybediyordu.Kendini zorlayarak evin kapısına yürüdü.Sarhoş gibi yalpalıyordu.Işıklı kapı düğmelerinden birine bastı.Kime ait olduğunu bilmediği düğmenin yanındaki hoperlörden bir bayan sesi”kim o?” diye seslenirken dış kapı otomatiğine basıldığını duydu.İçeri girdi.Merdiven boşluğunu aydınlatan lambayı yaktı.Kuyuya inercesine dik olan merdivenlerden aşağı sürüklendi.Nihayet bodrum kapısının önüne ulaşmıştı.Kapı ziline bastı.Hiç ses çıkmadı.”Zil bozuk olmalı” diye düşündü.Eli ile kapıya vurdu.İçeride hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Defalarca ve her seferinde umutları tükenerek vurdu kapıya.Sonunda evde kimsenin olmadığını anladı. Düşmek üzere olduğunu hissetti.Yavaşça merdivenin en alt basamağına çöktü.

Orada ne kadar kaldığını anımsayamıyordu. Azda olsa kendini toparlamıştı. Ayağa kalktı.En az yirmi basamaktan oluşan merdivenleri,doksan yaşındaki bir ihtiyarın adımları ile çıktı. Hiçbir şey düşünmeden kendini yarı karanlık sokaklara attı.

Adımları Serkan’ı ana caddeye taşımışlardı. Ziraat bankasının önünden geçerken gözü otomatik para çekme makinesine ilişti. İçinde yine bir umut doğdu. Arka cebinde taşıdığı cüzdanının içinden bankamatik kartını çıkararak makineye taktı. Acele acele şifresini yazdı. Hesabında ne kadar para olduğuna baktı. Gözleri yazıları net göremiyordu. Tüm dikkatini topladı ve çıkan yazıları okudu. Hesabında doksan üç lira vardı. ”Ah,” dedi,” ah şu para cebimde olsaydı en azından bu gece rahat edebilirdim.”Makineler yüz liradan aşağısını vermiyordu. Keşke gündüz kalan parasını banka şubesinden almayı akıl edebilseydi. Bu paranın elli lirasını yurda gitmek için dolmuşçuya verir, geri kalanla da yarım ekmek alıp karnını doyurabilirdi.Ama bunları düşünerek yakınmanın hiçbir yararı yoktu. Soğuk iliklerine işliyordu. Bir an önce kendini kapalı bir ortama atmalıydı.İşlemi bitir tuşuna bastı, kartı tekrar cüzdanına soktu.Nereye gideceğini bilmeden kendini ayaklarının insafına bıraktı. Sıhhıye yönüne doğru ilerledi.

Samsun yolu üzerindeki üst geçidin yanından yukarı tırmandı.Ayakları O’nu şehirlerarası otobüs terminaline doğru sürüklüyordu.Oraya gitmeye bilinçli olarak karar vermiş değildi.Bu tamamen içgüdüsel bir davranıştı.Daha önceki deneyimleri, terminalin sığınabileceği sıcak bir ortam olduğunu anımsatmış olabilirdi.Bu kez içgüdüsü O’nu yanıltmamıştı.Terminalin içi tıklım tıklım insan doluydu.Sıcacıktı.Bekleme salonundaki tüm oturaklar yolcular tarafından işgal edilmişti.Çevredeki devinim Serkan’ın başını döndürdü.Hareket etmek üzere hazırlanan otobüslere bakan büyük pencerenin önündeki kalorifer peteklerinin üzerine oturdu.Sıcaklık alttan yukarı doğru tüm bedenini sardı.

Serkan biraz açılır gibi olmuştu. Kendini daha iyi hissediyordu. Çevresinde neler olup bittiğini izlemeye koyuldu.

Geceyi pekâlâ burada geçirebilirdi. Hatta, beklide yolcular arasında bir akrabasını, bir yakınını yada bir tanıdığını görür, ondan para isteyebilirdi. Bu umut canına can kattı. Artık üşümüyordu. Kalktı, memleketinin otobüslerinin hareket ettiği perona yaklaştı. Önünden defalarca geçen lahmacun ve simit tepsileri O’nda çok fazla bir istek uyandırmadı. Açlık hissini yitirmiş gibiydi. Şimdi yalnızca midesinin ağrısını duyumsuyordu. Uzun zamandır mide şikâyeti vardı ama birkaç gündür kendisini aşırı rahatsız eden sırt ve göğüs ağrısına bir anlam veremiyordu.

Bir eli ağrıyan midesinde, diğer eli koltuk altına sıkıştırdığı ders notlarının düşmesine engel olmak üzere cebine sokulu olduğu halde dolandı durdu. Memleketine giden en son otobüste gecenin birinde terminalden ayrıldı. Serkan ne bir akrabaya rastladı ne de yakın bir tanıdığa.Birkaç kişi ona tanıdık gibi geldi ama kim olduklarını kesin olarak çıkaramadı.Son otobüsü yolcu ettikten sonra yolcu salonuna geri döndü.

İçerisi oldukça boşalmıştı. Oturakların ancak üçte ikisinde insanlar oturuyorlardı. Kimi yolcuların sabahı bekledikleri, altlarına serdikleri birer bez üzerine uzanmış olarak uyumaya çalışmalarından belli oluyordu.Serkan’ın ayakta duracak gücü tükenmişti.Uyuyabileceği uygun bir yer aradı.En az insanın olduğu uzak bir köşeyi seçti.Oturaklardan birine istekle oturdu.Ders notlarını koltuk altından çıkardı,pantolon kemerinin arasına sıkıştırdı.Kabanın yakasını olabildiğince yukarı kaldırdı.Yavaşça uzandı.Burada üşümezdi herhalde.Gerçi içerinin sıcaklığı ilk geldiği gibi değildi ama idare ederdi işte.Şimdi bir an önce uyumalıydı.Zira ağrıları azalmış gibiydi.Midesi kazınmaya bir başlarsa asla uyuyamayacağını gayet iyi biliyordu.Beynini boşaltarak kendini uyumaya odakladı.

Çok geçmeden yorgun bedeni gevşedi. Kendini tatlı bir boşluğun içinde yuvarlanıyor gibi hissetti. Bir kaç kez sıçradı. Boşluğa düşmemek için bir yerlere tutunmaya çalıştı. Sırtından göğsüne doğru bir sancı saplandı. Tüm vücudu ürpererek gerildi bir an. Çok geçmeden tekrar eski durumuna döndü. Serkan’ın şimdi bir tek isteği vardı, uyumak. Daldı. Az sonra bilinci yine açıldı. ”Yarın ne yapacağım?” diye saçma bir soru geçti aklından. Kendi de biliyordu yarını düşünmenin ne kadar yersiz olduğunu. Bu günü halletmiş gibi yarını düşünmenin bir anlamı var mıydı? Arkasındaki hiç tanımadığı bir ses de öyle dedi zaten: ”Boşver yarını oğlum, senin yarının olmayacak ki. Bırak kendini şimdi sonsuz bir uykunun kucağına. Sonsuzluğun acısız keyfini çıkart.” Dedi. Serkan’ın da tek isteği bu değil miydi? Sese tüm kalbiyle uydu. Kendini içine yuvarlandığı sonsuz boşlukta derin bir uykunun kollarına teslim etti. Çok mutluydu şimdi. Ne ağrısı kalmıştı ne acısı. Yuvarlandı tıngır mıngır. Dibe vurdu sonunda. Aradığı tüm huzuru bulmuş gibi yüzünde mutlu bir gülümsemenin izleri belirdi. Hangi boyuttan konuştuğunu bilmeden “yarın hiç olmasa” dedi.

Serkan’ın hiç yarını olmadı.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (100 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol