YAŞAMDAN BİR KESİT
Güçlü bacakları ile hızlı hızlı yürüyordu. Aslında hızlı yürümesini gerektirecek hiçbir işi yoktu. Çevresinde yaşayan insanların kendisinin boş olduğunu bilmesini istemiyordu. Yol aldığı güzergahta tanıdık birine rastlayınca,çok acil bir işe yetişmesi gerekiyormuş gibi başı ile selam vererek adımlarını daha da sıklaştırıyordu.
Şehrin sanayi bölgesine yakın olan evinden ayrıldığında, kafasında o gün yapacağı gezinin planı çoktan hazırlanmış oluyordu. Her seferinde, evinden üç beş saat uzakta kalacağına karar vererek yola koyuluyordu. Dışarıda kalmayı planladığı saatleri tam tutturabilmek için adımlarını dar aralıklı ve yavaş atıyordu. Hangi sokaktan yürümeyi başlatacağı, hangi sokakları dolaşacağı kafasında tam olarak kurulmuş oluyordu.Bu planlama ve bu kararlılık bu güne kadar bir defa olsun istediği gibi uygulanabilmiş değildi.Buna rağmen her gün aynı şekilde davranmaktan asla vazgeçmiyordu.
Uygulama aşamasına gelinceye kadar, kurduğu planı tamı tamına uygulayacağına kendi kendine söz vermesine karşın, ilk sokağı bile yarılamadan, davranışlarına bir acelecilik damgasını vuruyordu. Saçsız başına vuran güneş ışığından kamçılanmış gibi adımlarının hızlanmasına engel olamıyordu.
Yollarda yürürken,her zaman bakışlarında birisini arıyormuş havası olurdu.Güneş ışığına aşırı duyarlı gözlerinde ,güneş gözlüğü olmadığı zamanlar,sık sık, temiz olup olmadığını titizlikle inceledikten sonra,diliyle yalayarak nemlendirdiği parmak ucu ile,göz pınarlarındaki beyaz birikintileri alıyordu.Yaz sıcağında çevreye müthiş bir pis koku yayan, ağzı açık çöp bidonlarının yanından geçerken, neredeyse koşar adım yürümeye çalışırdı.Bu kokulardan daima nefret eder,iç bulantısından korunmak üzere, pantolon cebinde taşıdığı temiz bir mendille ağzını burnunu kapatırdı.
Şehrin ana caddesinde yürümeyi hiç sevmezdi.İkinci dereceden,genellikle esnafların yer aldığı arastalarda yürümekten hoşlanırdı. Her tür esnafın yoğun olduğu bu yollarda,köylerinden gelen insanların,farklı şivelerle yaptıkları konuşmaları,farklı tutum ve davranışlar sergilemelerini gözlemlemekten çok büyük zevk alırdı. Genelde taşıt trafiğine kapalı olan bu dar yollarda yürümekte olan insanların,akşam köylerine geri dönmek zorunda oldukları için aceleci hareketleri yüzünden sık sık birbirleri ile çarpışmalarına gösterdikleri tepkisizliğe şaşar kalırdı. Değişik yörelerden gelmiş olan bu insanları, alışveriş yaparken,karşılaştıkları bir tanıdıkları ile şakalaşırken seyretmek, O’ nun için çok ilginç yaşam kareleri idi.
Her zaman izlediği rotadan kesinlikle şaşmamaya özen gösterirdi.Arastanın iki yakasını süsleyen akasya ağaçlarının koyu gölgelerinden çıkmadan yavaş yavaş ilerler,hükümet konağının karşısından ana caddeye çıkardı.Belediye binası ile bankaların yer aldığı dört yol kavşağını geçtikten sonra tekrar ara sokaklara dalardı.Ara sokaklarda, çoğunlukla aile fertlerinin görme olasılığından uzak olduğu için tercih edilen, tembel insanların doldurduğu kahvehaneler vardı.Bu kahvehanelerin önlerinden geçerken, gelişigüzel seçtiği birinin kapısından içeri dalar,sigara dumanından birbirlerinin yüzlerini bile görmekte zorluk çektiği bir ortamda,oyun masalarının etrafını dolduran insanları tek tek inceler,tanıdık birini arıyormuş gibi süzer,sonra aradığını bulamamış olmanın üzüntüsünü yansıtan bir yüz ifadesi ile geri çıkardı.Çoğu zaman olmazdı ama, ara sıra da olsa tanıdık birine rastlarsa,dudaklarına kondurduğu soğuk ve yarım bir gülümseme ile,başını belli belirsiz eğerek selamlar,gerçekte hiç ilgilenmediği birinin adını vererek görüp görmediğini sorar, durumu böylece geçiştirirdi. “Buyur bir çayımızı iç,”daveti alırsa teşekkür eder,aradığı kişiyi bir an önce bulmasının kendisi için yaşamsal bir öneme sahip olduğunu söylerdi.
Bu geçen süre içerisinde, evden çıkmadan kafasında oluşturduğu planların bir çoğunu uygulamaktan vazgeçmiştir. Sokaklarda geçirdiği süre henüz bir saati bile doldurmasa da O, bir an önce evine dönme isteğinin önüne geçememektedir.Yolu üzerinde sıralanan bir çok kahvehaneye uğrayarak, bir öncekinde oynadığı oyunu tekrarlamak, artık kendisine pek de çekici gelmemektedir. O’ na göre tam bir komediden başka anlamı olmayan kahvehane ziyaretlerine boş verir. Önceden kafasında tasarladığı kadar kendisine zevk veren bir durum olmadığını deneyerek anlamıştır.Bununda ötesinde, birinci kahvehanede olmasa bile bir başkasında, çay davetini geri çeviremeyeceği,çok değer verdiği,sevdiği bir arkadaşına rastlayabilir.O’nun davetini geri çeviremeyince oturmak zorunda kalabilir.Böylece kendisini zora sokacak en istemediği bir duruma, kendi oyunu ile düşmüş olur. Aslında can dostu birileri ile kahvehane sohbetleri yapmayı kendisi istemiyor olabilir mi? Şöyle karşılıklı ısmarlanacak ve hatırının kırk yıllarla ifade edildiği kahveler yudumlanırken, yeni dostluklara yelken açmak kimin istemeyeceği bir olgudur? Bu olgu O’ nun içindeki en büyük özlemdir, tutkudur. Ama O, bunları yapamaz. Bu özlemini herkesten bir sır gibi saklar.Kimselerin bilmesini istemez. Her gün tekrarladığı kahvehane ziyaretlerindeki “falancayı gördünüz mü?” oyununu sürdürerek, kendini ödünlemeye çalışır. Çünkü arka cebinde taşıdığı naylon cüzdan bomboştur. Başkaları görmesin, boş olduğunu anlamasın diye, evine alacağı günlük ekmek parasını gömleğinin cebinde taşır. Aldığı maaştan, kahvehanede içeceği bir bardak çaya, yudumlamayı özlediği bir fincan kahveye, bir kuruş ayıramaz. Ayırmaya kalkışırsa bilir ki ya çocuklarının okul giderlerinden kesmek zorundadır, ya da evinin zorunlu ihtiyaçlarından. Bu kesintilerle çocuklarını ve evinin geçinimini zora sokmaktansa her gün oynamaya alıştığı kahvehane ziyaretleri oyununu sürdürmeyi tercih eder.
Yolda yürümek giderek bir işkenceye dönüşmektedir. O andan itibaren yitirdiği huzuru bulmak için bir an önce evine gitmek isterdi. Tek eğlence kaynağı günlük bir gazete okumaktı. Her gün uğradığı gazete bayisinden gazetesini alırken, aldığı gazeteyi ona yakıştıramıyormuş gibi ters ters bakan adamı hiç önemsemeden dışarı çıkardı. Kapını önünde durarak, gazetenin ana başlıklarına bir göz gezdirirdi. Daha sonra gazetesini özenle katlar,koltuk altına sıkıştırırdı.Evinin dışında en son yaptığı iş, aylık veresiye alış-veriş yaptığı bakkala uğramaktı. Bakkal ile biraz sohbet etmeye çalışır ama müşterilerine hizmet etmesine engel olacağını düşünerek sözünü kısa keserdi.Ev ihtiyaçlarını kendi elleri ile seçerek, cebinden çıkardığı fileye doldururdu.
Geriye az bir yolu kalmıştır. Bu kısa yolu ana caddeden giderek tamamlamak isterdi. Genellikle de yolun sol tarafındaki parkı çevreleyen ağaçların gölgesinden yürürdü. Eski terminal köprüsünü arkada bıraktığında, geriye kalan en fazla beş dakikalık yolu,gerçekleşmesinin asla mümkün olmadığını bilerek, kafasında kurduğu bin bir güzel hayalin, tatlı akışı ile geçirirdi. Ağırlaşan adımlarının bir karış ilerisine takılıp kalan gözleri ile,asfalt yolda yiten düşlerinin, kırıntılarını arayarak evine geri dönerdi.
Bilal BENGÜ