BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Derman

 

DERMAN
-BEBE YANDI-

Cumartesi sabahı kapım erkenden çalındı.Bu,alışık olmadığım bir durumdu. Hafta sonları sabahları geç kalktığımı bilen köy halkı,işleri bile olsa, beni erken uyandırmamaya özen gösterirlerdi. Çok nadir olarak,tarlalarından karpuz getiren birilerinin,bana karpuz ikram etmek üzere, kapımı erken çaldıkları olurdu.Bu sabah da karpuz bırakacakları için erkenden kapıya vurduklarını düşündüm. Karpuz bırakanlar,okulun bahçesini çevreleyen tel örgünün iç tarafına karpuzları yuvarladıktan sonra, haber vermek üzere, ısrarcı olmayan bir tavırla kapıyı tıklatır,benim dışarı çıkmamı bile beklemeden yollarına devam ederlerdi.Ben ne zaman kalkar dışarı çıkarsam, o zaman karpuzları içeri alırdım.Bu sabah da öyle bir şey olduğunu düşündüğüm için fazla önemsemedim. ‘Eğer karpuz bıraktılarsa her zaman yaptığım gibi, ne zaman kalkarsam o zaman içeri alırım’ diye düşündüm. Kapıya ısrarla vuruluyordu. Bu karpuz işi olamazdı.Kalkıp kapıya yürüdüm.Uykulu uykulu, “ kim o? “diye seslendim.Dışarıdan bir bayan sesi Kürtçe bir şeyler söylüyordu.Anlamadım.Sırtımda geceliklerim vardı.Bu giysilerle dışarı çıkmamın uygun olup olmadığına karar veremedim.Kısa bir tereddüt devresi geçirdim.Dışarıdaki ses durmadan bir şeyler anlatma çabasındaydı. Kapıyı araladım.Kapının dar aralığından dışarı baktım.Kapının önünde biri genç diğeri orta yaşlı iki bayan duruyordu.Genç olanın kucağında, üzeri beyaz bir tülbentle örtülmüş bir çocuk vardı.Bir anlam veremedim.Benden ne istiyor olabilirlerdi? Orta yaşlı olan bayan, yarı ağlamaklı bir ses tonu ile bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. “Ben sizin ne dediğinizi anlamıyorum,biliyorsan Türkçe konuş,”dedim. Köy kadınlarının hiç birinin Türkçe bilmediklerini söylemişlerdi. Kadınların Türkçe konuşmaları ayıp sayılıyormuş.Gene de şehre sıkça gidip gelenlerin, az çok Türkçe konuşabildiklerini duymuştum.Kadın benim ne dediğimi anlamış olmalı ki,”ez türki nizannim” diyerek Türkçe bilmediğini söyledi.Bu kadarcık kürtçeyi de ben anlayabiliyordum. Belli ki önemli bir sorunları vardı.Üzerimdeki gece giysilerine aldırmadan yanlarına gittim.Genç bayanın kucağında tutuğu bebeğin üzerindeki beyaz örtüyü kaldırdım.İki üç yaşlarında görünen bebeğin vücudunun büyük bir bölümü yanmıştı.Çocuk ölmüş gibiydi.İçim bir tuhaf oldu.Çocuğun sağ tarafı boydan boya kıpkırmızı haşlanmıştı.Derisinin bazı yerleri balon gibi su toplamıştı.Vücudunun alt tarafı,kasığına doğru olan kısımın,etine yapışan giysinin çıkarılması sırasında olsa gerek, derisi tamamen soyulmuştu.Kadınların güneş yanığı esmer yüzlerinde, çekmekte oldukları acıların derin izleri vardı.

İlk defa bu kadar ciddi bir yanık olayı ile karşılaşıyordum.Nasıl davranmam ve ne yapmam gerektiği konusunda kesin bir karar veremiyordum.Kadınların çaresizliği, bana bir şeyler yapmam gerektiğini düşündürüyordu.Mutlaka bir karar vermek zorundaydım.Ya elimden geldiği kadar yardım edecektim ya da kadınları başımdan savmanın bir yolunu bulacaktım.Aslında yaşamımın hiçbir döneminde, benden yardım etmemi bekleyen veya açıkça yardımımı isteyen birilerini,eğer elimden gelebilecek bir iş ise,asla geri çevirmemiştim.Bu zavallı insanlara elbette yardım etmeliydim.Ama yanık tedavisi konusunda yeterli bilgiye sahip olduğumdan emin değildim.

Bir yandan çocuğu incelerken öte yandan ne yapabileceğimi düşünüyordum.Bir doktora götürmelerini söyleyebilirdim.Bunu onların düşünmemiş olmaları mümkün değildi.Çünkü doktora götürme olanakları olsaydı öncelikle oraya giderlerdi.Gidemezlerdi, çünkü doktora verecek paralarının olmadığını adım gibi biliyordum.Köyün maddi durumunu biliyordum.Tüm köy halkının çok güç koşullarda yaşadıklarının farkındaydım.Böyle bir zamanda akıl vermenin yararı olmazdı.Laf ebeliğine hiç gerek yoktu.Benim zaman geçirmeden bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm.

Okulda yeteri kadar ilaç bulunduruyordum.Hatta bir okulda bulunması gerekenden daha fazlası vardı.İlaçları, köyün bağlı bulunduğu sağlık ocağından alıyordum.Sağlık ocağında çalışan bir sağlık görevlisi ile iyi arkadaştık.Köye her uğradıklarında, ilk yardım için ne gerekiyorsa bol bol veriyordu.Yanık tedavisinde kullanılacak her türlü malzeme vardı.Önemli olan bu ilaçları doğru bir şekilde uygulayabilmekti.

Köyde göreve başladığım ilk günlerde,en çok dikkatimi çeken şey,burada yaşayan büyük küçük herkesin,elinde yüzünde görülen yara berenin çokluğu olmuştu.Yaralar aynı özellikleri taşıyordu.Sarı kabuk bağlayan,sulu ve kaşıntılı bir yara idi.Bulaşıcı olduğunu tahmin etmiş ve bu tahminimin doğruluğunu,daha sonra köye gelen sağlık ekibinden öğrenmiştim.Sağlık ocağından bedava temin ettiğim ilaçlarla yaraları tedavi etmeye çalışmış ve bu çalışmalarımda kesin bir başarıya ulaşmıştım.Kimsenin yarasından beresinden tiksinmeden, yaralarını kendi ellerimle pansuman ederek ilaçlarını sürmüş olmam, köy halkının güvenini ve taktirini kazanmamı sağlamıştı.Artık yaralanan,başı ağrıyan,dişi ağrıyan doğru bana geliyordu.Gelenin hiç birini geri çevirmeden elimden geleni yapıyordum.Ciddi olduğunu tahmin ettiğim sağlık problemi olanları sağlık ocağına veya devlet hastanesine gönderiyordum.Şu an karşımda duran bayanları buraya getiren şey, bana duydukları güvendi.

Bayanları bir başka yere yönlendirmeye çalışmamın bir yararı olmayacaktı. Çünkü gidecek durumları yoktu.Yardım etmeden geri gönderemezdim.Elimden geleni yapmalıydım.Bilebildiğim kadarı ile yarı Kürtçe,yarı Türkçe olarak, bayanlara içeri girmelerini söyledim.

Umutla arkamdan lojmana geldiler.Önce ellerimi yıkadım.Oksijenli su ile dezenfekte ettim.Bol miktarda gazlı bezi,yanık tedavisinde kullanılan sarı renkli sıvıya batırarak, çocuğun yanan yerleri üzerinde gezdirdim.Derin yanık bölgelerinde etine dokundurmamaya özen gösteriyordum.Çocuk zaten fazlası ile acı çekiyordu. Çektiği acıyı bir an önce dindirmenin yollarını bulmalıydık.Zavallı yavrucak öylesine hareketsizdi ki nefes aldığı görünmese ölmüş olduğu düşünülebilirdi.

Çocuğu bu hali ile görmek içime büyük bir sıkıntı veriyordu.Bazen kendimi bayılıp yere yığılacakmış gibi güçsüz hissediyordum.Benden bekleneni hakkı ile yerine getirme sorumluluğu olmasa, sanıyorum bu görüntüye dayanamazdım.

Çocuğun vücudunu sarı renkli eriyikle iyice dezenfekte ettikten sonra sıra ilaçlamaya geldi.Derisi soyulan bölgeye yara tozu ektim.Bu tozun yanıklarda kullanıldığını öğrenmiştim.Haşlanmış olduğu için kıpkırmızı olan ve içi su dolu kabarcıkların bulunduğu yerlere yanık merhemi sürdüm.Benim yapacağım başka bir işlem kalmamıştı.Eğer bir yolunu bulabilirlerse çocuğu bir doktora göstermelerinin daha iyi olacağını anlatmaya çalıştım.Beni anlamışlardı.Belki Türkçe’yi anlayabiliyorlar ama konuşamıyorlardı.Yaşlı olan kadın,işaret ederek hiç paralarının olmadığını anlattı. “Öyleyse yarın gene getirin,ilaç süreyim.”dedim.Gözlerindeki minneti görmemek mümkün değildi.Okul bahçesinden çıkıncaya kadar arkalarından baktım. İçimden,”yarına kalmaz, ölür bu çocuk “ diyordum.

Dışarıda pırıl pırıl bir güneş vardı.Çocukla uğraşırken gerilen vücut kaslarım gevşedi.Neden kendimi bu denli gerdiğimin farkında değildim.Çok mu yufka yürekliydim acaba?Bir süre bahçede dolaştım.Güz yağmurlarının yeşerttiği çayırların yeşilliğine,havanın insana huzur veren maviliğini katarak, içimde harmanladım.Derin derin soluk aldım.Yaşamak güzeldi.

O gün ve gece çocuk aklımdan hiç çıkmadı.Akşama kadar köyden yükselecek bir ağıt sesi bekledim.Ağıt yerine yaşama sevinci bildiren şen şakrak sesler duydum.”Öyleyse bebek ölmedi,”dedim,içimi bir sevinç doldurdu.

Pazar sabahı bir gün önceki gibi erken saatte kapıya vuruldu.”Kim o?” demeden kapıya fırladım.Kimlerin gelmiş olabileceğini tahmin edebiliyordum.Kapıyı açtığımda gelinle kaynananın, kucaklarındaki çocukla beklemekte olduklarını gördüm.Bir gün önce uyguladığım işlemleri aynen tekrarladım.Çocuğun vücudundaki yanıklarda bir iyileşme belirtisi aradım. Yanığın fazla olmadığı alanlarda düne göre, bir iyileşme sezilebiliyordu.Oraların derisi kabuk bağlamıştı .İçimden, ”çocuk ölmeyecek ,yaşayacak,” dedim.Bunu düşünmek bana sonsuz bir mutluluk verdi.

Çocuk ölmedi.Bir hafta boyunca, her gün aynı saatte pansuman yaptım.Yanıkların gün be gün gelişimini izledim.Bir haftanın sonunda çocuk ayaktaydı.Bu bir hafta boyunca hep gelinle kayınvalide geldi gitti.Neden bir erkeğin kendilerine eşlik etmediklerini sordum.Kayınvalidenin eşi öleli çok olmuş.Gelinin kocası ise çalışmak üzere İzmir’e gitmiş.Uzun zamandır da kendisinden haber alamamışlar.Bu bilgileri öğrencilerim aktardı.Durumlarına üzülmemek elde değildi.Son pansumanın ardından artık gelmelerine gerek olmadığını söyledim. Yanık bebek koşup oynuyordu.Pembe yanaklarında gülücük gülleri açıyordu.Onu böyle görmek içimi huzurla dolduruyordu.

Gitmeden önce kadınların ikisi birden ellerime sarıldılar. Eğilip elimi öpmek istediklerini anladım. Oysa yaşlı olanı benden en az yirmi yaş daha büyüktü. Bu yolla, bana olan minnet duygularını ifade etmek istediklerini biliyordum. Elimi öpmelerine izin veremezdim.İnsanlık için iyi bir iş yapmanın verdiği mutluluk, bin minnete değerdi. Ben ödülümü fazlası ile almıştım.Duyduğum huzur ve mutluluktan daha değerli ne olabilirdi?

Dualar ederek uzaklaşan bayanların ardından bakarken gözlerim yaşardı. Yokluğa,yoksulluğa lanetler savurdum.İçimden, ”kökün kurusun yoksulluk,” dedim, “Güle güle anam, güle güle bacım, güle güle bebeğim…”

Bu olay köyde günlerce,haftalarca konuşulmuş.Bana övgüler düzülmüş.Adım doktora çıkmış.Artık başı ağrıyan,dişi ağrıyan,karnı ağrıyan benim yanıma koşuyor.İlacımız bol,arkadaşım sağ olsun.Hiçbirini geri çevirmiyorum.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (98 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol