BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Uykuyu Kurşunlamak

 

UYKUYU KURŞUNLAMAK
-DAĞLARIN SUBAYLARI-

Tarrrrr….tak tak… tarrrrr…! Geceyi cehenneme çeviren silah sesleri ile yerimden fırladım.Lojmanı yerle bir etmek isteyen silahlı bir grubun saldırısı ile karşı karşıya olduğumu düşündüm.Tam olarak nerede olduğumun bile ayırtında değildim.Bilincimi toparlamaya çalışıyordum.Neden bu saldırıya hedef seçildiğim konusunda en küçük bir tahminde bulunamıyordum.Kendi kendime sakin olmam gerektiğini telkin ediyordum ama duyduğum korku yüzünden bir türlü sakin olamıyordum.Bu böyle devam edemezdi. Aklımı başıma toplamalıydım.Kendimi kapıp koyvermek yerine mümkün olduğunca korunma yolları aramalıydım. Bir süre sonra bilincim açıldı.Lojmanın büyük odasının ortasına serili yer yatağının içindeydim.Tam karşımda iki pencere vardı.Yalnızdım ve vakit gece yarısıydı.Neler yapabileceğimi düşündüm.Bir yandan içimden kötü bir ses, “sonun geldi oğlum,kaderde gurbet ellerde, kör bir kurşuna hedef olmak da varmış,” derken, öte yandan mantığımın sesi, “öyle çabucak pes etmek yok,kendini korumanın yollarını bul ve hemen uygula,” diyordu.Bu sırada kısa bir süre ara veren takırtılar tekrar başladı.Tarrrrr…tak tak tak…,tarrrrr… güm güm…Bu kez makineli tüfek seslerine bomba gümlemeleri karışıyordu.Yeni saldırı daha şiddetliydi.En azından silahların çeşitlendiğinden emindim.

Yatağın içinde büzülmüş otururken, korunma içgüdüsüyle, yerden bir metre yüksekliği olan pencerenin altındaki duvara sırtımı yasladım.Gecenin koyu karanlığında gözüm pencerenin dışına ilişti.İçinde bulunduğum lojmanın üzerinden, binlerce yıldız kayar gibiydi.Üzerimden geçen kurşunların, karanlıkta bıraktıkları izleri görebiliyordum.Uzun süredir yapılan atışlara rağmen, henüz lojmana bir tek kurşunun isabet etmemesi, az da olsa yüreğime su serpiyordu.Geçip giden kurşunların asıl hedefinin neresi olduğunu bilmiyordum.Şu ana kadar lojmana kurşun değmediğine göre, büyük olasılıkla hedef lojman değildi.Ancak buradan görebildiğim kadarı ile, üzerimden geçen kurşunların, en küçük bir sapması sonucu, doğrudan lojmana isabet edeceğinden emindim.Bulunduğum yer kurşunlara açık bir hedef gibiydi.Daha güvenli bir yere saklanmalıydım.Zaman ilerledikçe hedefin lojman olmadığından emin oluyordum.Buna rağmen tedbirli olmakta yarar vardı.Seken bir kör kurşunun kimlik sormayacağını hesaba katmam gerektiğini düşündüm.

Yerde sürünerek küçük odaya geçtim.Gözüm karanlığa uyum sağladığı için odanın içini iyi görebiliyordum.Bu odanın da yeteri kadar korunaklı olmadığı sonucuna vardım.Pencereye yan taraftan yaklaşarak dışarıya bir göz atmak istedim.Kafamı pencere hizasına doğrultmak üzereyken ,güm…,güm… diye üst üste ve çok yakınımda bombalar patladı.Kafamı kollarımın arasına saklamaya çalışarak tekrar büyük odaya geri döndüm.Bomba sesleri beni daha çok korkuttu.Nasıl korunmam gerektiğini bir türlü kestiremiyordum.Sonunda mutfak ile oturma odasının arasında bulunan, dolap yeri olarak boş bırakılmış, küçük bölmeye doğru süründüm.Burası küçük bir kiler gibiydi.İçeri girdim.Sırtımı arka duvara dayadım.Yavaşça ayağa kalktım.Sol omzumu,kapak takılmak üzere hazırlanmış çıkıntıya yasladım.Bu durumda vücudumu gizleyebildiğime inanıyordum.En azından içeri girebilecek bir kurşunu doğrudan bana isabet etme olasılığı kalmamıştı.Beklemeye başladım.Silah sesleri aralıklı olarak devam ediyordu.Şimdiye kadar, lojmana en küçük bir zararın gelmemiş olması, giderek beni rahatlatıyordu. Bu arada bilincim durulanmış ve daha mantıklı düşünmeye başlamıştım. Üşüdüğümü hissettim.İçimden gelen titremeler korkudan da olabilirdi.Uzun bir süre ,belki de sabaha kadar buradan çıkamayacağımı düşününce, üzerime hiç olmazsa bir battaniye almamın iyi olacağına karar verdim.Daha önce yaptığım sürünme hareketlerini tekrarlayarak, yatağımın üzerindeki battaniyeyi aldım.

Silah sesleri iki saatten daha fazla sürdü.Ben de bulunduğum yerde, resmi açılışı henüz yapılmadığı için üzeri örtülü bekletilen, antik bir heykel gibi ayakta durdum.Saatin fosforlu minesi üç otuzu gösteriyordu.Sonunda kabus bitti,silahlar sustu.Tekrar başlama olasılığına karşı bulunduğum yerden ayrılamadım.Saatler süren beklemekten bacaklarım ağırlığımı taşıyamaz olmuştu.Kendimi çok yorgun ve bitkin hissediyordum.Silahların tekrar başlamayacağından emin olmak için yarım saat daha bekledim.Daha fazla burada kalamayacaktım.Sürünerek yatağıma girdim.

Böyle bir durumla ilk defa karşılaştığım için nasıl yorumlayacağımı bilmiyordum.Neden bu kadar silah atılmıştı?Kimler ,niçin atmıştı?Okulu ve lojmanı hedef alırcasına ateş etmelerinin özel bir nedeni olabilir miydi? Kafama takılan soruların hiç birine anlamlı bir yanıt verecek durumda değildim.Nasıl olsa sabah her şey ortaya çıkardı.Yattığım yerin konumunu bir kez daha değerlendirdim.Pencereye karşı olduğu için riski fazla gibi geldi.Yatağımdan yere yapışırcasına kalktım.Yatağı odanın en üst köşesine çektim.Bu durumda pencereye çapraz bir konuma gelmişti.Yaşadığım korkuyu üzerimden atamamıştım.Buna rağmen duyduğum dayanılmaz yorgunluk üzerime bir dağ gibi çöküyordu.Yorganın altında beni saran sıcaklığın etkisi gerilen sinirlerimi yumuşatmıştı.Göz kapaklarımın kapanmasına daha fazla engel olamadım

Uyandığımda saat on bire geliyordu.Dışarıda pırıl pırıl bir güneş vardı.Bahçeye çıktım.

Gece yaşadığım o kadar büyük korku ve stresten sonra nasıl bu kadar uyku uyuyabildiğime inanamadım.

Kasım ayında yaz mevsimini aratmayacak bir hava vardı.Gecelere özgü serinlik hesaba katılmazsa yazdan bir farkı yoktu.Uzun bir süre devam ettikten sonra kesilmiş olan güz yağmurlarından sonra, her yer yemyeşil olmuştu.Okul bahçesinde yeşeren çayırlar yeni yeşeren ekin tarlalarına benziyordu.Gece yaşadığım olağanüstü gerginlikten sonra bu güzel hava,bana güç ve moral veriyordu.Kollarımı hareket ettirerek derin derin soluklandım.Okul bahçesini çeviren dikenli telleri izleyerek yürümeye başladım.

Köyün iki doğal çeşmesinden biri, okulun elli metre ilerisindeydi.Tahta oluklu ve önünde derin bir su teknesi olan çeşme,Cuma günleri köy erkeklerinin abdest alma yerine dönüşüyordu.Cuma namazına hazırlanmak üzere,namaza az bir zaman kala, köyün tüm erkekleri, bu çeşmeye gelerek abdest alıyorlardı.Çeşmeye giden patika yol, okul bahçesini çevreleyen dikenli tellerin yanından geçiyordu.Her Cuma olduğu gibi, okul bahçesinin aşağısından, bir grup insanın bana doğru gelmekte olduğunu gördüm.Gelenler resmi giysili oldukları için tüm dikkatimi onlara yönelttim.Bu insanları hepsi de asker elbiseli ve rütbeli kişilerdi.Merakla yaklaşmalarını bekledim.Gece beni çok korkutan silah atışlar hakkında, en doğru bilgiyi bu askerlerden öğrenebilirdim.Aramızda on, onbeş metrelik bir mesafe kaldığında gelenlerin tümünün subay rütbeli askerler olduğunu gördüm.Hepsi iri yapılı,uzun saçlı ve bıyıklı idi.Çalıştığım bölgede görev yapan askerlerin,isterlerse bıyık bırakabileceklerini,daha önce de duymuştum.Bana tuhaf gelse de bölge koşullarının gerektirdiği bu asker görüntülerine, alışmam gerektiğini düşündüm.Aramızda birkaç adım kalınca hepsi birden bana selam verdiler.Subayların bana bakışlarında beni tedirgin eden bir tuhaflık vardı.Yanımdan uzaklaşmak üzereydiler.Rütbelerini merak ettim.En küçük rütbe üst teğmendi.Birçoğu yüzbaşı, binbaşı,albay rütbeli idi.Hatta içlerindeki çok iri yapılı ve kaba bıyıklı olanın rütbesinin general olmasına çok şaşırdım.Kafam karıştı.Bu kadar yüksek rütbeli subayın köylerde ne işi olabilirdi?Daha da dikkatli bakınca içlerinden birinde ordumuzda rastlanmayan ikili bir rütbeye tanık olmam beni daha çok şaşırttı.O subayın hem omzunda üç yıldız, hem de kolunda astsubay baş çavuş rütbesi vardı.Bu kadarı da fazlaydı.Bunu sorup öğrenmeliydim. “Bir dakika bakar mısınız?” Diye arkalarından seslendim.Hepsi birden durdu ve geri döndüler.İlgi ile bana bakıyorlardı.İçlerinden en uzun boylu,gür bıyıklı ve en büyük rütbeli olan, “ Buyur hoca,bir emrin mi var?” diye sordu. “Hayır efendim,”dedim. “Ne emrim olabilir,Bir şeyi merak ettim.” Çift rütbeli olan askeri gösterdim. “Şu arkadaşta iki rütbe görüyorum.Bir subay,hem yüzbaşı hem de astsubay olabilir mi? Benim bildiğim kadarı ile bizim ordunu böyle bir uygulaması yok.”Hepsi birden müthiş bir kahkaha patlattı.Niçin güldüklerini anlayamadım.Biraz daha bana doğru geldiler.General rütbeli konuşmaya başladı. “Haklısın hoca, Türk ordusunda böyle bir uygulama yoktur.Ama biz ordunun subayları değiliz . Bizler dağların subaylarıyız.Bizim için rütbe takmanın kuralı yoktur.Rütbe işareti olan ne bulursak onu takarız kolumuza.” Hepten şaşırdım kaldım. “Nasıl yani,” dedim. “Siz subay değil misiniz? Asker değil misiniz?” “Yok babam,biz asker değiliz.Bize bu çevrede mahkum derler.Hiç duymadın mı?Dağlarda gezen kanun kaçaklarıyız.” Dağlarda mahkumların olduğunu daha önce duymuştum ama hiç karşılaşmamıştım.İlk kez onlara bu kadar yaklaşmış ve yüz yüze gelmiştim.Benim şaşkınlığıma gülüyorlardı.Saf saf sorularım hoşlarına gitmiş olmalıydı.Hepsinin yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. “Hoca sen bu güne kadar hiç mahkum görmedin mi?Ufak tefek suç işleyip dağa çıkan birileriyle ilk defa mı karşılaşıyorsun?”Bana bu soruyu albay rütbeli olan biri yöneltmişti. “Evet,” dedim. “İlk defa karşılaşıyorum.”Dedim. “Sizinle biraz sohbet edebilir miyiz?” “Tabi sohbet ederiz,Neden olmasın?” Diye yanıtladı, general rütbeli mahkum. “Ne öğrenmek istersen sorabilirsin hoca.” Dağlarda yaşamak çok zor değil mi?” dedim. “Eğer bir suç işledi iseniz, kanunların verceği cezayı çeker,çoluk çocuğunuzla,ailenizle yaşamaya devam edersiniz.Köylerden, şehirlerden uzakta ailelerden ayrı ve her an güvenlik güçlerine yakalanma korkusu ile yaşamak size göre kolay mı geliyor?Yani neden zor olan yolu seçiyorsunuz?” Bu sorularıma gene en yüksek rütbeyi taşıyan mahkum yanıt verdi. “Bak hoca,ben anlatayım sen dinle,”dedi. “Sonra da neden bu zor yaşamı tercih ettiğimiz için haklı olup olmadığımıza kendin karar ver.” Anlatmaya başladı. “Bu bölgede yaşayanların büyük çoğunluğu gibi, bizlerin de ne bir karış toprağımız var ne de kendimize ait başımızı sokacak bir evimiz.Her şey ağanındır.Toprak ağanın,su ağanın,ev ağanın,yollar ağaçlar bile ağanın.Sen bu köylerde neden hiç ağaç olmadığını,binlerce dönüm boş arazi olduğu halde ağanınkinden başka, neden bir tane bile meyve bahçesinin olmadığını biliyor musun? Evet sen belki bilmezsin,ben söyleyeyim.Çünkü bu ağa köylerinde ,ağa toprağında yaşayan ailelerin hiç biri, burada ne kadar kalacağını kesin olarak bilemez.Ağa, ne zaman birilerine kızar da köyümü terk et derse, o birileri, o anda köyü terk etmek zorundadır.Belki bu duruma düşen köylülere şahit olmuşsundur.Bu koşullarda hangi adam bırakıp gideceği yere, yani kendine ait olmayan bir toprağa ağaç dikmek ister?Nasıl olsa en sonunda ağaya kalacak olan ağacı niçin yetiştirsinler? Bir evinin olmadığı,üç beş dönüm toprağının olmadığı,tüm yaşamının bir ağanın iki dudağı arasına sıkışıp kaldığı ortamlara nasıl yerim yurdum diyebiliriz? İşte bizler bunun için dağlardayız.Aslına bakarsan içimizden pek çoğu suçlu bile değildir.Mahkum olup dağa çıkma nedeni yaratmak için, ilçe merkezinde iki el havaya ateş ederek suç işlemiş ve mahkum damgasını yemiş arkadaşlar var dersem inanır mısın? İşin en doğrusu da ne biliyor musun?Bizler köylerde kaldığımız sürece ağanın köleleri durumunda oluruz.Ama mahkum olur da dağa çıkarsak ağa bize köle olur.Yani silahı belimize taktık mı artık güç bize geçmiştir.O andan itibaren ağa hem bizi, hem de köylerde kalan ailelerimizi geçindirmek zorundadır.Eveet,işte bizim hikayemiz bu.Şimdi sen söyle biz haklı mıyız haksız mı?” Adamın anlattıklarını dinledikten sonra,bu bölgenin yaşam koşularının ne kadar farklı ve zor olduğunu düşündüm. “Peki,” dedim, “bu geceki silah seslerini duymuşsunuzdur herhalde,okulun lojmanını başıma yıkacaklardı.Bu silahların anlamı ve sebebi ne olabilir? Odanın içinde sabaha kadar saklanacak bir yer aradım.” Hepsi birden güldüler.Albay rütbeli olan durumu açıkladı. “O silahları biz attık. Seni korkutmuşsak özür dileriz.İki ağanın toprak alımı yüzünden kavga çıktı. Dün akşama kadar köy kavgası yaptık.Buraya dönünce hırsımızı alamadığımız için biraz da rakiplere göz dağı olsun diye biz ateş ettik. Yoksa sana karşı bir kabalığımız olamaz.Sen bizlerin misafirisin,baş tacımızsın.Bizim ağanın emri vardır. Senin tüyüne zarar vereni yaşatmayız buralarda. Sen rahat ol, gönlünü ferah tut. Hem silahtan da korkmayasın.Sen bir silah al,fişekler bizim hediyemiz. Sana ateş etmeyi de öğretiriz. Eğer seni üzen birileri olursa haberimiz olsun.Ne zaman bize ihtiyacın olursa haber et,çekinme.” “ Teşekkür ederim,” dedim. “Ben ilk defa böyle bir gece yaşadım.O yüzden biraz korktum. Sizi yolunuzdan eğledim,geç kalmayasınız.” Hep bir ağızdan, “ eyvallah hoca,geldikçe uğrarız.” diyerek çeşmeye indiler.

Uzun süre adamların arkasından baktım. Geceki durum açıklığa kavuşmuştu. Bende yeni bir kavram öğrenmiştim: Dağ subayları.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 9 ziyaretçi (51 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol