KÖY DÜĞÜNÜ
Tek katlı toprak evin önünde olduğu kadar içeride de bir koşturmaca yaşanıyordu.Davulcu Sabri,diğerinden daha kısa olan bacağına,vücudunun tüm ağırlığını yüklemiş,koca davulunu da yarı bükük sağlam bacağı üzerine yerleştirme çabasındaydı.Bayram,çukur ve küçük gözlerini kırparak koca zurnasının akordunu yapamaya çalışıyordu.Çalgıcıların çevresini sarmış olan çocuklar, bir an önce çalgının başlamasını sabırsızlıkla bekliyorlardı.Köyün gençleri,kapının yanına hazırladıkları uzun bayrak sırığını, nereye dikmelerinin daha uygun olacağını tartışmakla meşguldüler.Bayrak henüz gelmemişti.Okula bayrak almaya giden Hasan Dayı, harmanın alt ucundan görününce,davulcu Sabri’nin işaretini alan Bayram,zurnasına ‘Eminem’ türküsünü döktürmeye başladı.
Elli beş yaşındaki Hasan Dayı, kırlaşmış saçına rağmen otuz beş, kırk yaşlarında ancak gösteriyordu.Hafif çiçek bozuğu cildine rağmen,görkemli yüz hatları,karşısındaki insanlarda her zaman bir saygı duygusu uyandırırdı.Harmanın orta yerinde çalgıcılarla yüz yüze geldiğinde, suratının asık olduğu görülüyordu. “Öğretmenler yok,” dedi. “Şehre gitmişler.” Bayram,Hasan Dayı’nın ne dediğini anlamadı,selam veriyor sandı;gözlerini kapatarak başını eğdi.Bu davranışı, zurna çalmaya ara vermeden, karşıdan gelenlerin selamını alma hareketi idi.Farklı ezgilerle evin önüne ulaştıklarında Sabri,davulun alt tablasına üst üste çubuk darbeleri indirirken,çomak tutan elini yarı aralayarak, Hasan Dayı’nın uzattığı yirmi beş kuruşu aldı. Çalgı görevini tamamlamıştı,sustu.
Bayrak bulunamadığı için herkesin canı sıkıldı.Neredeyse akşam olmak üzereydi.Töreler gereği Güneş batmadan önce bayrak asma töreni bitmeli,gençler halay çekme açılışını yapmalıydı.Hasan Dayı, “canım biz her düğünde bayrak mı asıyorduk? Eski köye yeni adet mi koyacağız.Bayrak yok diye düğün geri mi kalacak?Biz gene bildiğimiz gibi yaparız,olur,biter.” Gençlere döndü, “Ahmet,Salih,haydi durmayın,en bulun,elma bulun,çabuk.”Hasan Dayı doğru söylüyordu.Bu güne kadar yapılan düğünlerde,düğün evinin damına takılan sırığa,değişik renklerde kumaşlar bağlanırdı.Tepesine de bulunabilirse elma ,elma yoksa soğan yerleştirilirdi.Bu gün başlayacak düğünde bayrak tercih edilmesinin nedeni,köyün ilk memur gencinin düğünü olmasından kaynaklanıyordu.Yani köylerinin övünç kaynağı olan memurun şerefini yüceltmek için düğün evine bayrak takmayı düşünmüşlerdi.Bayrak köyde yalnızca okulda bulunurdu.Öğretmenlerden bir bayrak alabileceklerini sanıyorlardı.Ama okul kapalıydı ve öğretmenler okulda değildi. O yüzden eski geleneklerine göre iş yapmak zorundaydılar.
Düğün kahyası Hasan Dayı’nın sözleri gençleri harekete geçirdi. Kol kalınlığındaki uzun selvi kavaktan hazırlanan bayrak direğinin üst ucu inceltildi.Düğün evinden renkli patiskalar çıkarılmıştı.Bekçi Durmuş,şiş göz kapaklarını güçlükle araladı ve direği son kez inceledi.Hiç bir kusur bulamadı.Getirilen rengarenk ince ipeksi kumaşları, direğin tepe noktasına yakın bir yere, sıkıca bağladı.Sonra iri bir elmayı, parçalamadan, direğin sivri ucuna batırdı.Bir kaç genç hep birlikte hazırlanan direği kaldırdılar.
Köy düğünleri sahnelenmiş tiyatro eserlerine benzerler.Bölüm bölümdür ve her bölüm için ayrı bir müzik parçası çalınır.Olaylar adım adım müzikle betimlendiği için bir bakıma müzikali de andırırlar.Şimdi düğünün ilk adımı atılmaktadır.Düğün evini simgeleyen bayrak dikme töreni yapılacaktır.Dikilecek simge her ne kadar bayrak değilse de adına bayrak denir.Bu simgenin en önemli işlevi, başka köylerden gelerek düğünü onurlandıracak olan konukların, düğün evini kolayca bulabilmesini sağlamaktır.
Davulcu Sabri ile Zurnacı Bayram işlerinin tam ustasıdırlar. Ne zaman, ne yapacaklarını iyi bilirler. Şimdi de bayrak direğinin hazır olduğunu görür görmez, bayrak dikme ezgisini döktürmeye başladılar.Gençlerden biri dama tırmandı; uzatılan direği çekip dik tuttu. Bekçi Durmuş, cereğin alt ucunu evin dökmelerinden birine çiviledi. Çoban Salih,harmanın kıyısında ,bayrak dikme şerefine,ilk koç kurbanı kesti. Bayrak dikme töreni böylece tamamlandı. Şimdi sıra halay çekmeye gelmişti. Zurnadan yayılan müzik değişti. Davulun ritmi hızlandı. Gençler el ele bir halka oluşturdular. Halay başladı.
Bu yörede düğünler ya haftalık yada en az üç günlük olarak planlanır. Haftalık düğün biraz zengin işidir. Çok sık görülmez.Genellikle, Solakoğlu’nun yaptığı gibi yarım haftalık yapılır. Pazar günü başlarsa Perşembe,Perşembe günü başlarsa Pazar günü sona erer. Solakoğlu’ nun asıl adı Hüseyin’dir ama çoğu kimse onun gerçek adını bilmez. Genellikle Solakoğlu diye çağrılır.
Düğünlerin birinci günü, akşama yakın bir zamanda bayrak töreni yapılır.İkinci gün kendi köylerinin halkına yemek verilir.Tüm köy halkı ev ev dolaşılarak düğüne davet edilirler.Düğün evine önce erkekler gelirler.Eğer hava durumu uygunsa yemek dışarıda yenir;uyun değilse, konuklar düğün evinin odalarını alabildiğince doldurarak, sıra ile yemeğe otururlar.Bu yemeğin adı,’danışık’tır.Asıl amacı hangi komşunun ne gibi yardımlarda bulunacağının tesbit edilmesidir.Bir başka işlevi de kendi köylerinin dışından çağrılan konukların paylaşımıdır.Hangi komşunun, hangi köylerin insanından, kaç kişiyi konuk edeceği belirlenir.Yemekten sonra komşular, “hayırlı uğurlu olsun,” diyerek,düğün evinden ayrılırlar.
Yemek sırası köyün kadınlarına gelmiştir.Farklı yönlerden, üçer beşer düğün evine yürür,köy kadınları.Her birinin önlüğünün altında bir şeyler saklıdır.Birbirlerine pek göstermek istemezler ama ya elma kurusudur yada bir tas bulgurdur, bu sakladıkları.Taşıdıkları düğün evine ilk armağanlarıdır.Ağır ve bilgiç girerler, düğün evinin eşiğinden.Kahveler içilip yemek hazırlığı başlayınca açılır çeneleri.Her biri değişik yorumlarla düğünü ele alırlar.Düğün sahibi her biri ile ilgilenmek zorundadır.Konuşulan hiçbir şeyi doğru dürüst anlamaz.Kafası başka şeylerle meşguldür.İçinden, “hayırlısı ile şu düğün bitseydi,” diyerek,tümüne gülücükler dağıtır.Aslında gülücük çok içten değildir,zoraki bir gülümsemedir ama kadınlar, kendi gençliklerine dalıp gitmişlerdir.Düğün sahibinin tavrını umursamazlar.Hepsi kendi gelin olduğu günleri anımsar ve yeniden yaşarlar o günleri. Düğün evinden ayrılana dek bu güzel anıların coşkusunu yaşarlar.
Düğün evinden ayrıldıklarında,aceleci adımları evdeki işlerinin geç kalmışlığınadır.Evliliğinde aradığı mutluluğu bulamamış (-ki çoğunluğu öyledir,-) kadınlar, erkeğinin korkusundan, düğün evinin büyülü ortamında ve hayallerinde yakaladıkları mutlu anıları, çabuk yitirmek pahasına da olsa, koşarcasına yürürler evlerine. Ezikliği kaderi diye belletilmiştir,ona. Belki asıl gerçeğin farkındadır da toplumun yasakçı tabusu başını eğmek zorunda bırakmıştır. Sanki tüm yasaklar, sınırlamalar kadınlar için uydurulmuş olgulardır. Eşinden korkar, babasından,anasından korkar,komşuların büyüklerinden korkar da yürür çabuk çabuk.
Bu güne kadar yapılan düğünler gibi Solakoğlu’nun tek memur oğlu Cemil’in de çok eğlenceli geçti düğünü.Her zaman olduğu gibi gene yakın köylerden bile akın akın geldi, çağrılı olan konuklar.Zurnacı Bayram, en güzel ezgileri,tüm yeteneğini ortaya koyarak,seslendirdi.Topal davulcu Sabri,davulunun değerli derisini yırtmayı göze alarak konuşturdu davulunu.
Düğünün üçüncü günü damat yıkama günüdür.Sabah erkenden düğün evi canlanır.Önce bir yarış yapılır köy gençleri arasında.İsteyen herkes,büyük küçük, yaşına başına bakılmaksızın yarışa katılabilir.Köyün iki yüz metre uzağından geçen derenin kıyısındaki yunaklığa yakın bir noktada toplanır, yarışçılar.Başlarında bir denetmen vardır.Denetmen hakem görevi üstlenmiştir.Kural dışılığa asla izin vermez.Gençler sıralanırlar,yüzleri köye dönük.Düğün evinin önü ana baba günüdür.Yarışı izlemek için tüm köy halkı, düğün evinin önüne toplanmışlardır.Çalgıcıların gözü denetmendedir.Yarışmacıların ayakları çıplaktır.Dar pantolon paçaları dize kadar kıvrılıp sıkıca bağlanır .Sırttaki ceket,kazak,baştaki şapkalar, yanlarına yardımcı olarak gelen çocuklara verilir.Denetmen koşucuların hazır olduklarına karar verince iki kolunu birden havaya kaldırır.Bu bir işarettir;davul zurna yarış havası çalmaya başlar.Önce denetmenin sol kolu aşağı iner,koşucular hazır beklemektedir;sağ kolun inmesi ile yarış başlar.Düğün evi önünde toplanan halkta heyecan doruktadır.Aralarından bazıları, destekledikleri koşucuyu gayrete getirmek için durmadan bağırırlar. “Haydi Ali koş, Ahmet,gözüyün yağını yeyim, hızlan biraz;dayan ha Sülük, kazanacaksın oğlum…” Düğün evine ilk ulaşan koşucu, bir değnek ucuna bağlı mendillerden en büyük ve en kaliteli olanını alır,bu onun ödülüdür. Değnekte üç mendil vardır. Bunları ilk üç dereceyi paylaşanlar alır. Sonra koşuda dereceye girenler kol kola girer ve kendilerini izleyenlerden bahşiş toplarlar. Sıra tekrar oyunlara gelir.
Bayram, değişen duruma göre melodiyi değiştirir. Yavaştan halka olur insanlar. Güzel bir halayın giriş ezgisi çalınmaktadır. Bu halayın ağırlama bölümüdür. Her iki oyuncu arasından havaya kalkmış ellerde renkli mendiller sallanır. Harmanda ayaklar toprağı, eller havayı döver.Ortalıkta neşe kol gezer. Oyun saatlerce sürer.
O günün en önemli işine gelir sıra. Damat yunaklıkta yıkanacaktır. Gençler, büyük bir kazan,bol miktarda odun,sabun ve kese alarak dere kenarındaki yunaklığa giderler. Kazan dere suyu ile doldurulur,altı ateşlenir. Su ılır ılımaz, ulak salınır düğün evine. Damat davet edilir.
Damat harmanın ortasında tıraş olmaktadır. Çevresini saran arkadaşları türlü şakalar yaparlar damada. Damat dayanıklı olmak zorundadır. Tüm şakalara katlanır. Tıraştan sonra damadı oynatmak için halaya durulur. Damat önce nazlansa da oyuna girer sonunda. Burada amaç başkadır. Damada oyun sırasında armağanlar verilir, arkadaşları ve yakınlarınca.Buna “ebede” derler. Ebede, çoğunlukla bir kamanın ucuna takılı bir elma, bir portakaldan ibarettir.Ancak bazen mendil,gömlek,para da olabilir. Bu günkü ebede farklıydı. Düğün kahyası Hasan Dayı’dan olunca bir ayrıcalığı olsun istemişlerdi.Çok çatallı bir ağaç dalının her bir çatalına farklı bir şeyler asılmıştı. Birinde iri bir elma,birinde ipek bir mendil,birinde ince boncuk işlemeli para cüzdanı ve bir başkasında da küçük rakı şişesi vardı. Özenle hazırlandığı belliydi. Gençlerin tümünde bu ebedeye sahip olma arzusu vardı. Bütün gözler ebedede, kulaklar zurnanın çıkardığı ezgide, ayaklar uygun ritimlerle oyunda idi.
Ebede çevirme işi ustalık ister. Her işin olduğu gibi bu işin de bir ustası vardır elbet.Bu köyün en iyi ebedecisi Kel Rıza’ dır. Bu özel durumda gene Rıza işi üstlenmiştir. Hasan Dayı ile Kel Rıza, aralarına armağanları alarak oynayanların yanına yürüdüler.Rıza ebede tekerlemesini söylemeye, Hasan dayı’da ebedeyi damadın başı üstünde çevirmeye başladı.
“Ebede ebede oooolsuuun….”
“Şansınız çok bol ooolsuuun…”
“ Günleriniz hep böyle ooolsuuun…”
“Hasan Dayı kesen bereketli oolsuuun…”
“Bu ebede Hasan Dayı’dan damada ooolsuuun…”
Bu düğün, köyün ilk memur gencinin düğünü olduğundan, bazı ayrıcalıkları da hoş karşılanıyordu.Örneğin normal köy düğünlerinde damat yıkanmaya giderken eğerli bir ata biner,diğer gençler çıplak atların sırtında giderlerdi yunaklığa.Bu arada at koşuları yapılırdı.Ama bu düğün başka,damat Cemil memur.Tanıdığı tüm memur arkadaşları düğününe gelmişlerdi.Kendilerine her şeyleri ile farklı görünen memur arkadaşlarının düğüne gelmiş olması, en başta Cemil’in babası Solakoğlu’nu kızdırmıştı. Solakoğlu konuk sevmez bir insan değildi elbette, ama köylük yerde gelenleri yeterince ağırlayamamaktan korkuyordu. Hele gelen arkadaşlarının kılık kıyafetlerini görünce daha çok yadırgamıştı. Bu gençler bir tuhaftılar. Kadın gibi saçı uzunlar vardı içlerinde. Köye ilk geldiklerinde, köylüleri bir gülmedir tutmuş ama ayıp olur düşüncesi ile bunu gelenlere hissettirmemeye çalışmışlardı. Gençlerin bu haline en çok tepki gösteren de düğün kahyası Hasan dayı olmuştu. Konuk olmalarına aldırmadan her fırsatta gençlere laf atıyor ve açık açık onlarla alay ediyordu.Düğüne katılanların tümünde, bir takım tatsızlıklar yaşanabileceği kuşkusu uyanmıştı.
Düğünün üçüncü günü de düşünülenin aksine herhangi bir tatsızlık yaşanmadı.Damat yıkama törenlerine her zamankinden daha çok ilgi vardı.Köyün ilk memurunun damatlığı nasıl olacak diye herkes merak ediyordu.Düğüne başka yerlerden gelen genç konuklarla birlikte köy gençleri hep birlikte yunaklığa gittiler.Damat adayı Cemil, suyu ısıtılan koca kazanın yanındaki yassı taşa oturtularak soyunduruldu. Bir kişi suyunu dökerken birkaçı kafasında sabun köpürtüyordu. Sabun bilhassa gözlerini kapatacak şekilde yayılınca Kara veli, yanındaki bir kova soğuk suyu Cemil’in kafasından boca etti. Cemil, böyle bir şey beklemiyor olmalıydı.Yerinden fırladı.Çevresindekilerin kahkahası dışarılara taştı.Türlü şakalarla güle oynaya yıkanma işi tamamlandı.
Damadın giysileri,akrabalarından yada yakın aile dostlarından birinin çocuğu tarafından yunaklığa getirilir.Buna ‘yanuç’ denir.Giysiler bir bohça içerisinde getirilmiştir.Yanuç kucağında bekleyen çocuğa, armağanı verilerek giysiler teslim alınır.Sıra gençlerdedir.Her biri bohçadan bir parça giysi alır ve birer hediye karşılığında damada verir.Giyinme işinin sonunda, damadın koltuk altlarından geçirilerek iki farklı renkli kumaş bağlanır.Bir parça kumaş da yiğitbaşına takılır.Artık damat eve gitmek için hazırdır.Çalgıcılar eşliğinde düğün evine doğru yola çıkılır.
Tüm köy halkı düğün evinin önünde toplanmışlardı.Yunaklıktan gelen damat alayı evin önüne geldiğinde hep birlikte selavatlandı.Sıra yeni bir aile oluşturacak damada yakınlarının ne gibi armağanlar vereceklerini sorgulamaya gelmişti.Bu işlerin ustası Kel Rıza ,yüksekçe bir yere çıkarak bağırmaya başladı:
“Eeeeyy… Solakoğlu,oğlun Cemil güveği oldu,sen ne veriyorsun?”
“Irmak kıyısındaki uzun tarlayı…”
“Bereket versiiiin…”
“Düğün kahyası Hasan dayısı, sen veriyorsun?”
“Bir damızlık inek..”
“Bereket versin.”
Böylece damadın tüm akrabalarına, aynı soru yöneltilerek neler verecekleri halkın önünde açıklattırılıyordu. Daha sonra konukların verecekleri para armağanı için hazır tutulan sele ortada dolaştırılmaya başlandı.Zarflar atıldı,damat çıkarma töreni böylece sona erdi.Herkes “hayırlı olsun” dilekleri ile kenara çekildi. Halay yeniden kuruldu.
Çevre köylerden ve şehirden gelen konuklar, Solakoğlu’ nun köylüleri tarafından,danışıkta belirlenen prensipler çerçevesinde paylaşıldı. Konuk almadan düğün evinden ayrılmak ayıplanan bir durumdu.Bunun bilincinde olan köylüler, konukları bir anda kapışarak, evlerinde ağırlamak üzere yola koyuldular.
Perşembe günü,düğünün hem gelin alma hem de son günüydü.Sabahın dokuzunda şehirden kiralanan otobüs ile cip düğün evinin önünde hazır bekliyordu. Gelin başka bir köyden gelecekti.Gelin konvoyuna katılanlardan çocuklar ve bayanlar otobüse,erkekler traktör vagonuna, birkaç hatırlı kişide cipe bindiler. Çalgıcılar traktör vagonunun orta yerine konulan iki sandalyede yerlerini almışlardı. Bayraktar, rengarenk kumaşlardan oluşan töre değneği ile çalgıcıların yanıbaşlarında duruyordu. Damat Cemil ile memur arkadaşları da tüm karşı koymalara aldırış etmeden vagona atladılar.Bu yörenin adetlerinde damadın gelin konvoyuna katılma hakkı yoktu. Karşı çıkışların nedeni buydu. Solakoğlu ile düğün kahyası Hasan Dayı, bu duruma çok kızmalarına rağmen bir tatsızlık çıkmasını önlemek için seslerini çıkarmadılar.Aslında bu olayın kendi namlarına leke olduğunu düşünüyorlardı. “Ayıp yahu, bu gençlerde ar ve haya diye bir şey kalmamış,” diye düşünüyorlardı. “Olacak iş mi bu yaptıkları, damadın gelin evinde ne işi vardı? Memur olunca adamın yüzünün utanma perdesi yırtılıyor muydu acaba?” Böyle düşünseler de seslerini çıkarmadılar. Düğün konvoyu yola çıktı.
Gelinin köyünde okumuş sayısının çok fazla olduğunu biliyorlardı.Nerdeyse her evden bir okumuş adam çıkaran, aydın bir köy olduğu söyleniyordu.Damadın, gelin konvoyu ile gelin evine gelmesine, hiçbir olumsuz tepkiye tanık olunmadı.Geleneklere uygun olarak baba evinden çıkarılan gelin, cipe bindirilerek geri dönüldü.
Gelin konvoyu Solakoğlu’ nun evinin önünde durduğunda saat ikiye geliyordu.Tüm halk gelin arabasının çevresinde toplanmıştı.Adet ve geleneklere göre gelinin arabadan kayın baba eşliğinde alınarak eve sokulması bekleniyordu. Solakoğlu cipin yanına doğru yaklaştı.Bu sırada, damat Cemil ile memur arkadaşları da cipin yanına geldiler. Cemil, babasından önce arabanın kapısını açtı,gelinin kolundan tutarak aşağıya indirdi. Solakoğlu’ nun yüzü pancar gibi kızardı.Utancından çevresine bakamıyordu. Gözleri yerdeydi. Halk şaşkınlık içinde olanları izliyordu. Kimse gördüklerine inanamıyormuş gibiydi.Cemil, yüzü kapalı olan gelinin koluna girdi ve eve doğru yürüdüler. Hava çok gergindi. Burunlardan çıkan soluklarda bir öfkenin izleri vardı.Tatlı ağızlar bir anda acıya dönmüştü. Damadın memur arkadaşları her şeyden habersiz gelinle damadı alkışlıyorlardı. Ama tüm töreler bir anda silinip atılamazdı. Gelin eve girmeden önce yerine getirilmesi gerekli işlemler vardı. Törelere göre damat gelinin başına bir avuç bozuk para saçmalı, içi çerez dolu bir küp kırmalıydı. Gelin, eline verilecek tereyağını gireceği odanın alt ve üst eşiğine çalmalıydı.Bunların hiç biri yapılmamıştı. Kayın baba, en mutlu gününde çok büyük bir hayal kırıklığına uğratılmıştı. Solakoğlu utancından kahroluyordu. Tek erkek evladım diye gözünden bile sakınarak büyüttüğü oğlu, bunları nasıl yapabiliyordu?Bir de okumuştu yıllarca. “Tuuu senin okuluna,tuu sana ders verenlere,tuuu bana. Bana ki tüm umudumu sana bağladığım için. Aaaahh! İyi ki anan sağ değil,sağ olsa da bunları görseydi şimdi şuracıkta utancından ölürdü..İyi ki bu günleri görmeden gitti.” Solakoğlu içinden bunları geçiriyordu.
Cemil, hiçbir şeye aldırmadan gelinle birlikte evin kapısından içeri girecekken,elinde fotoğraf makinesi olan arkadaşlarından biri onları durdurdu.”Dur Cemil,birer fotoğraf çekinelim.” Dedi. Halkın şaşkınlığı ve öfkesi daha da artmıştı.Cemil,gelinin yüzündeki tülü kaldırdı,kendine de bir çeki düzen vererek arkadaşına döndü. Bu arada şehirden gelen arkadaşları da yanlarında yerlerini almışlardı. Arkadaşı fotoğraf makinesini gözüne yerleştirmiş gerekli ayarları yapıyordu. Solakoğlu daha fazla dayanamadı.”Ulan anan temiz bir kadındı,sen kimden oldun orospu dölü?Kimde gördün sen böyle gelin getirmeyi?Beni rezil ettiğin yetmedi mi?Bu gomunistleri çağırdığın boşuna değilmiş hayvan sıpası.Şimdi ben sana gösteririm.” Cemil’in üzerine bir kartal gibi hücum etti.Tam yumruğu oğlunun suratına indirecekken çevreden yetişen biri buna engel olmayı başardı.Kolu havada asılı kalan solakoğlu hırsından ağlıyordu.
Cemil’ in arkadaşları neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Kendilerine gelebilecek bir saldırıya karşı, bir araya toplanarak önlem almışlardı. Düğün kahyası Hasan Dayı gençlerin üzerine doğru yürüdü. “Tu ulan size,biz de sizi adam belledik. Bizim oğlanı da bok etmişsiniz.Konuk olduğunuza dua edin, kadın kafalı keratalar. Yoksa bunların hesabını sorardım sizden.”
Memur konuklar, hangi yanlış davranışlarının bu kadar sert bir tepkiye neden olduğunu bir türlü anlayamamışlardı.Bir an önce burayı terk etmelerinin iyi olacağını düşündüler.Alelacele şehrin yolunu tutular.
Köyün çıkış noktasında muhtar önlerine geçti. “Bakın beyler,”dedi. “Siz memur olmuşsunuz,okumuşsunuz ama daha bilmediğiniz çok şey var.Bizim toplumun yerleşmiş gelenekleri vardır.Halkımız bunlara sıkı sıkıya bağlıdır.Doğru yada yanlış olabilir,ama onları bir anda söküp atamazsınız.Keşke bazı davranışlara yönelmeden önce, çevre hakkında bilgi edinebilseydiniz.Neşeli bir günü berbat ettiniz.Düğün sahibinin yıllarca görmek istediği güzelliklere engel oldunuz.Bu yüzden size kaba davranıldı. Köyün muhtarı olarak size karşı yapılan sert tepkiye üzüldüm. Halk adına özür dilerim.Siz de bir daha böyle hassas konulara daha duyarlı olmaya çalışın.Haydi şimdi size güle güle..”
Suskun ve şaşkın konuklar, yaptıkları davranışları sorgulayarak ana yola doğru yürürken,düğün evinin çatısındaki bayrak acele indirildi.Halk, koyu fısıltılarla evlerinin yolunu tuttular.
Bilal BENGÜ