BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Acısu

 

ACISU

Ocak ayının ilk haftası havalar çok soğumuştu.Hafta boyunca, zaman zaman yağan kar,kalın bir tabaka oluşturmuştu.Bilhassa akşamları,bir leylek yuvasını andıran derme çatma odamda donmamak için,bacaklarımın arasında tuttuğum,küçük tüpe takılı gaz sobası da içimden yükselen titremelere engel olamıyordu.Çoğu kez yatağın içinden çıkmadan kitap okurken,bulunduğum ortamı unutuyor,buradan çok uzaklardaki sıcak ülkelerde yaşamakta olduğumu düşleyerek ısınmaya çalışıyordum.

Oldukça eski üç derslikli okulun, dört öğretmen kadrosu olmasına karşılık yalnızca bir lojmanı vardı.Lojman diğer üç öğretmen tarafından kullanılıyordu.Okula en son atanan öğretmen bendim.Uzun aramalardan sonra, köyden epeyce uzakta, hayvan beslemek üzere planlanmış ama henüz kullanıma başlanmamış ahırın, bakıcı odasını kendime kalacak yer olarak bulabilmiştim.Samanlığın üzerine oturtulmuş sekiz metre karelik odadan ibaret olan evime girebilmek için, her gün cambazlık yapmak zorunda kalıyordum.Çünkü kalıcı ve düzenli bir merdiveni olmayan oda ,yerden en az on metre yüksekte idi.Altında henüz duvarları tamamlanmamış samanlık yer alıyordu.Tek odalık evime yirmi basamaklı seyyar bir merdivenle çıkabiliyordum.Merdivenin kayma olasılığı vardı.O yüzden odaya girip çıkmak için çok dikkatli ve becerikli olmak gerekiyordu.

Okulla evimin arasında yarım kilometrelik bir mesafe vardı.Ayrıca yağışlı günlerde suyu oldukça artan bir dereden geçmem lazımdı.Dere üzerinde köprü yoktu.Birer adım aralıklarla suyun içerisine yerleştirdiğim taşlara basarak geçmek zorundaydım.Yanlışlıkla ya da kaza ile ayağımı taşlardan birine rast getiremezsem suya batıyordum.Ayağıma su doluyor,pantolon paçalarım ıslanıyordu.Bunları kurutacak sobam yoktu.Ancak sınıflardaki sobalarda kurutabiliyordum. Sık sık suya batmama rağmen hasta olmamamı, bünyemin güçlülüğüne bağlıyordum

Köyde kalmak zorunda olduğum haftanın çalışma günlerinde, tam bir sefilleri oynuyordum.Haftanın beş iş günü burada kalıyordum.En doğal ihtiyaçlardan bile yoksundum.Evimde tuvalet,mutfak,banyo olmadığı gibi içme ve kullanma suyu bile yoktu.Yedi numara gaz lambasının zayıf ışığı ile akşamları idare etmek zorundaydım.Radyonun dahi bulunmadığı bu ortamda tek zevkim kitap okumaktı.Bu iş için de ışık yeterli değildi.Beni bu yokluklar ortamından kurtaran hafta sonlarının gelmesini iple çekiyordum.Her hafta sonunu, ilçe merkezinde oturan eşim ve çocuklarımın yanında geçiriyordum.Cumartesi ve pazar ,bir sonraki hafta çekeceğim sıkıntılara hazırlanma ve moral depolama günleri idi.

O gün,sabah erken kalktım.Evde su yoktu.Akşam yatmadan önce, ısınırım umudu ile yaptığım birkaç bardak çayı bile kar eriterek demleyebilmiştim.Yüzümü yıkayamadığım gibi sabah çayı da yapamadım.Hafta başı yanımda getirdiğim ekmek bir gün önce bitmiş olduğundan, köyün tek bakkalının sahibi Cebe’den aldığım ve akşamdan kalan taş gibi köy ekmeğinin, kırıntılarını çiğneyerek kahvaltımı yaptım.Yeni başlayan günün Cuma olduğunu unutsam bu sefalete zor katlanırdım.Tüm sıkıntıların üzerine bir çizgi çektim.Evden ayrılmadan önce, her Cuma sabahı yaptığım gibi, yol çantamı hazırladım.Hafta boyu kullandığım ve kirlenen eşyaları doldurduğum çantaya küçük tüp sığmadı.Onu ayrı bir fileye koydum.Çantanın taşıma ipleri ile fileyi birleştirdim.Ders saati yaklaşıyordu.Çanta ile fileyi bir heybe gibi omzuma asarak okulun yolunu tuttum.

Nöbetçi öğrenciler dersliklerin sobalarını yakmışlardı.Dünden beri sıcak yüzü görmeyen bedenimi doyasıya ıstım.Artık görevimi yapmaya hazırdım.Ders zilini çaldırdım.

O Cuma, hiç akşam olamayacak gibi geldi.Sabah kahvaltısı yapamadığım gibi öğle yemeği de yiyememiştim.Ne yiyecektim ki?Evde ne ekmek vardı.ne de başka bir yiyecek.Açlıktan mıdır nedir,bu gün her zamankinden daha çok üşüdüğümü duyumsuyordum.Derslikte,içerisindeki tamamen yanıp geçmeden, sobaya tekrar tekrar odun attırdım.Ders verirken oturma alışkanlığım zaten yoktu.O yüzden, ders anlatırken, sobanın çevresinde dolandım durdum.Son derste, kendimi ders konusunu işlemeye iyice kaptırdığım sırada çıkış zili çaldı.Dersi o an noktalayarak hafta sonu çalışmaları ile ilgili kısa bir açıklamada bulundum.Acele etmem gerekiyordu.Çocukları dışarı aldım.

Hava daha da soğumuş gibi geldi.Nefes alırken ağız ve burunlardan çıkan su buharı bir anda buz kristallerine dönüşüyordu.Kısa ve siyah bıyıklarımın ince buz tabakası ile kaplandığını sezebiliyordum.Büyük bir bölümünün sırtında doğru dürüst kışlık giyecekleri olmayan öğrencilerin, soğuktan büzüşmüş bir halde titremelerini, üzülerek gözlemleyebiliyordum.

Bayrak törenini kısa tuttuk.Hava durumunu göz önüne alarak,bayrak törenlerinden sonra yapmayı alışkanlık haline getirdiğimiz, toplu eğitim konuşmalarından vazgeçtik.”Dağılabilirsiniz,”sözlerini duyan öğrenciler, koşar adım evlerine doğru uzaklaştılar.

Benim hiç zaman geçirmemem gerekiyordu.Bir an önce şehrin yolunu tutmalıydım.Paltomun yakasını kaldırdım.Boyun bağımı boğazıma sardım.Eldivenleri giydim.Birbirine sıkıca bağladığım çanta ile küçük tüpün bulunduğu fileyi omzuma attığım gibi yola koyuldum.

Sabahtan beri devam eden kar serpintisi, şiddetlenen rüzgarla birlikte etkisini artırmıştı.Akşam yakındı.Bir an önce ana yola inmem gerekiyordu.Köyün hemen çıkışından itibaren koruluk başlıyordu. Arabaların izlediği yol uzun ve dolambaçlıydı.Yayalar genellikle koruluğun içinden geçen patika yolu kullanıyorlardı.Çünkü burası araba yoluna göre çok daha kısa idi.Ağaçlık alan köyün güney batısında yükselen Karatepe’nin doruğuna kadar uzayıp gidiyordu.Bu bölgenin ağaçlık ve sarp doğal yapısının, bir çok yabani hayvan türünü barındırdığı söyleniyordu.Ağır kış koşullarının hüküm sürdüğü bu kış mevsiminde, aç kalan kurtların, sık sık köy kıyısındaki ahırlara kadar indiği oluyordu.Silahım yoktu.Aç kurt sürüsü ile karşılaşmam benim sonum olabilirdi.İçimi ürperten bu korkuya fazla pirim vermeden adımlarımı hızlandırdım.

Uzun zamadır yağan ve erimeyen kar ,çukurları yok ederek yürüyenler için mükemmel tuzaklar oluşturmuştu.Ne kadar özenli yürümeye çalıştımsa da ana yola kadar, birkaç kez bu tuzaklara yakalanarak düşmekten kurtulamadım.Her şeye rağmen bir yerlerimi kırıp incitmeden şoseye inmeyi başardım.

Şehirler arası yol bir hayli işlekti.Ancak günün her saatinin trafik yoğunluğu farklıydı.Gidilecek yöne göre değişen araba trafiği hesaba katılmadan yola çıkılırsa,uzun süre yolda araba beklemek kaçınılmaz oluyordu.Her ne kadar yolun bu durumunu bilsem de benim şehre gitme saatini seçme şansım yoktu.Zira her Cuma günü,okuldaki derslerin bitiminden sonra yapılan bayrak töreninin ardından, yaya olarak ana yola çıkıyordum.Buna göre saat on altıdan önce yola inmem olası değildi.O gün, hava koşullarından kaynaklanan on dakikalık gecikme ile saat on altı onda ana yola ulaşmıştım.

Rüzgarla birlikte kar hızını artırdı. Hızlı yol aldığım için soğuğa rağmen sırtımın terlediğini hissediyordum. Bir noktada durarak araba bekleyemezdim. Üşümemek için hareket etmeliydim. Ayrıca ormanla kaplı iki dağ arasında kalan bu dar vadinin, güvenli olmadığını düşündüğümden yürümeye devam etme kararı aldım. Irmak köprüsünü üzeri buzlanmıştı. Eskimiş ve tabanı yıpranmış ayakkabılarımın beni yere atmaması için köprü korkuluklarına tutunarak ilerledim. Köprüden sonra başlayan ve ırmak yatağını sınırlayan sık ağaçlar, rüzgarın savurduğu karların belli bölgelerde birikmesine neden olmuştu. Bu kesimde kar kalınlığı daha fazla görünüyordu.Arabaların tekerlek izleri buzlanmaya yol açtığı için karlar üzerinde yürümek istesem de kalın kar tabakası buna izin vermiyordu. Tüm zorluğuna rağmen ilerlemek zorundaydım. Çünkü akşam karanlığı çökmek üzereydi.

On beş dakikadır yürümeme rağmen hiçbir aracın gelmemesi ümidimi kırıyordu. Irmağın kıyısından uzaklaşırken başlayan yokuşta yürürken çok fazla zorlanacağım belliydi.Bu arada kar ve rüzgar, söz birliği etmişler gibi hızlarını artırıyorlardı.Havadan dökülen karlara rüzgarın yerden savurdukları eklenince göz gözü görmez oluyordu.Sırtımdaki çanta ile tüp filesinden oluşan heybenin ağırlığı beni çok zorluyordu.Boş olarak bile yürümenin büyük bir enerji ve beceri gerektirdiği bu ortamda, sırtta heybe taşımak, insan üstü bir çaba gerektiriyordu.Tüm dikkatimi yolu doğru takip etmeye odakladığımdan, arkamdan gelen arabanın homurtusunu çok geç fark ettim.İçimi dolduran sevinçle arkaya baktım.Görüş alanını neredeyse sıfırlayan fırtınanın savurduğu karları yararak gelmekte olan kamyon, bir anda benliğimi esir alan karamsarlığı yok etti.Kenara çekildim.Bulunduğum yer arabanın durup kalkmasına uygundu.Kamyon sürücüsünün beni görebileceğini tahmin ettiğim bir aralıkta, ellerimi kaldırarak ‘dur’ işareti yaptım.Kamyon hızını değiştirmeden geliyordu.Ben,sürücünün görmeme olasılığına karşı iki elimi birden, durmadan sallıyordum.Arabanın durmaması bence ihtimal dışı idi.Çünkü içinde en küçük insanlık kırıntısı taşıyan herkesin bu aşırı kış koşullarında yolda birini bırakmayı düşünemeyeceğini sanıyordum.Ama düşüncelerimde yanıldığımı anlamak uzun sürmedi.Kamyonla aramızda on metre kalmış olmasına rağmen hala aynı hızla ilerlediğini görünce, havalara hoplamaya ve bağırmaya başladım.Beni görmesi için o anda aklıma ne geldiyse öyle davranıyordum.Bu kadar işareti ve bağırmaları görmemesi olanaksızdı.Elbette beni görmüştü.Görmemesi için kör olması gerekti.Eminim gözleri değil ama vicdanı kör olan sürücü arabasını durdurmadı.Yanımdan geçerken inadına gaz pedalına asıldı.Kamyon arkasında koyu renk dumanlar çıkararak gözden kayboldu.Tam akşam olmadan dünyam karardı.Kar fırtınasında boğulmakta olduğumu hissettim.Sürücüye lanetler savurdum.O an silahım olsaydı, mutlaka kamyonun tekerleklerine ateş edebilirdim.Ortam güneş ışığını yitirmiş ve şimdi yerini kar alacası almıştı.İçimin karanlığının, dışarıdakinden daha fazla olduğundan emindim.Yarı yuvarlanarak,yarı ayaklarımın üzerinde yarı dizlerimle yol almayı sürdürdüm.

Irmakla arasında yaklaşık iki kilometre olan en yakın köyün yol ayrımına yaklaşmıştım.Köyün yol sapağına kadar bir karara varmam gerekiyordu.Ya o köye giderek sabahleyin yoluma devam edecektim ya da bir araba gelinceye kadar yürümeyi sürdürecektim.Ancak ikinci seçeneğin riski büyüktü.Yola devam kararı aldığımda ,eğer bir araba gelip beni almaz ise, donarak bu dünyaya elveda demekte vardı.Ama risk taşımasına karşı yola devam kararı almam ağırlık kazanıyordu.Çünkü bir haftadır ayrı kaldığım evime,eşime ve çocuklarıma büyük bir özlem duyuyordum.Bu özlem bana güç veriyordu.Gene de yol ayrımına kadar kesin bir karara varmak zorunda değildim.Tam yerinde elbet bir karara varacaktım.Şimdi umutla yürümemi sürdürmeliydim.

Her adımda kayan, tabanı kayganlaşmış ayakkabılarla yürümek, gerçek bir işkenceydi.Kafamı meşgul eden ikilemden kurtulmak için savaşım verirken ,kendimi bir anda güçlü bir ışık demetinin ortasında buldum.Hızla yaklaşmakta olan arabanın ışığı,aynı zamanda kararan içimi de aydınlattı.Daha rahat hareket etmek için sırtımdaki heybeyi kenara bırakarak ellerimi havaya kaldırdım. Farlarının yere yakın oluşundan gelen aracın bir otomobil olduğunu tahmin ettim.Yaklaşmakta olan araç, bu yollarda görmeye alışık olmadığımız türden lüks bir otomobildi. Tam karşımda duracakmış gibi yavaşladı.Kenara bıraktığım eşyalarımı almak üzere yere eğildiğimde birden hızını artırarak yanımdan uzaklaştı.Neye uğradığımı şaşırmıştım.Son umudum da benden hızla uzaklaşıyordu.Nasıl bir tepki vereceğimi bilmeden,”heeey,nereye gidiyorsun,duuur,dursana pezevenk,”diye bağırdım.Beni duyabilmesi olanaksızdı,ama yapacak başka bir şey de yoktu.Öylesine canhıraş bir şekilde bağırmış olmalıyım ki yakındaki ormandan yankılanarak geri dönen, umutsuzluk ve korku dolu sesimi duydum.Arabanın arkasından bakakalmıştım.Araba,yaklaşık elli metre ilerideki köy yolu sapağında durdu.Dörtlü ışılarını yakarak beklemeye başladı.Bir an gözlerimin beni yanılttığını düşündüm.Dikkatle tekrar baktım.Hayır yanılmıyordum,araba durmuş beni bekliyordu.Kuşlar gibi kanatlandım.Elli metrelik karlı yol bana tozlu yol gibi geldi.Kendimi arabanın yanında buldum.

Her tarafım karla kaplıydı.Kardan adama benzediğimden kuşkum yoktu.Arabanın kapısına asılmadan önce üzerimdeki karları temizledim.Ayaklarımı yere vurdum.Bulunduğum tarafın kapısı açıldı.Elimdekileri koltukların arasına bırakarak kendimi içeri attım.Arabada iki kişi vardı.Arka koltuklar boştu.İçerisi sıcacıktı.Şoförün yanında iyi giyimli biri oturuyordu.Adam,”merhaba,”dedi.”Yokuş olduğu için yanında duramadık.Yolda aşırı buz olduğu belli. Tekrar hareket etmekte zorlanabilirdik.” Boğazım kurumuştu.Sesim çıkmıyordu.Konuşamadım.Adamın zaten cevap beklediği de yoktu.Konuşmasını sürdürürken araba hareket etti.”Nedir bu haliniz,bu mevsimde akşam vakti yola çıkılır mı?”Birkaç kez yutkunarak boğazımı konuşma tavına getirdim.Bu arada” bu perişan halimi nasıl açıklasam acaba?” diye düşünüyordum.Anlatsam, gerçekten benim duygularımı anlayabilir miydi?Soğuktan moraran dudaklarıma söz geçirmeye çalışarak konuşmaya başladım.”Acısu’da öğretmenim.Eşim ve çocuklarım ilçede oturuyor.Her hafta sonu ilçeye gitmek zorundayım.” “Kaç yıllık öğretmensiniz?Niçin hala köylerde çalışıyorsunuz?”Diye sordu. “On beş yıllık öğretmenim.”Dedim. “Şehir merkezine sıra ile geliniyor.Ben de birinci sırada atama bekliyorum.” “Yazık,”dedi,adam. “Çok yazık,bu koşullara nasıl dayanıyorsunuz?” Derin derin soluklandım.Giderek ısındığımı hissediyordum. “Dayanmak zorundayım.” Dedim.”Benim işim bu.Bana nerede görev verilirse orada çalışırım.Bakmakla yükümlü olduğum bir ailem var.Başka ne yapabilirim?Her türlü ortam ve koşulda çalışmam gerek.” Adam bu sözlerime karşılık diyecek bir şey bulamamış olacak ki , “Allah kolaylık versin.”demekle yetindi.Bir daha da konuşmadı.

Hava tamamen kararmıştı.Artık farların aydınlattığı alanın dışında hiçbir yer görünmüyordu.Arabanın ışığında, kar fırtınasının hız kesmeden sürdüğü görülebiliyordu.Daha önce giden araçların tekerlek izleri olmasa, yolu bulmak bile olası değildi.Şoför tüm dikkatini işine yoğunlaştırmıştı.Gözleri bir radar gibi geceyi tarıyordu.Sıcak gerilen sinirlerimi yumuşatmıştı.Başımı koltuğa yasladım.Gözlerimi kapattım.Bu gün verdiğim ölüm kalım savaşımını şimdiye kadar kaç kez yaşadığımı anımsamaya çalıştım.Bu günün ilk olmadığından Adım kadar emindim.Elbette son da olmayabilirdi.En iyisi, her şeyi unutmam ve gözlerimi geleceğin umutlu yollarına çevirmem gerektiğini düşündüm.Gece sona ermeden kavuşacağım eşimin ve çocuklarımın mutluluğu her türlü fedakarlığa değerdi.İçimden,”yılmak yok,sevmek ve çalışmak var,”dedim.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 9 ziyaretçi (51 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol