BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Nisan

 

NİSAN

Dışarıda dondurucu bir soğuk vardı. Gündüz araba tekerleklerinin hareketi ile eriyip sonra tekrar donan buz tabakaları, asfalt yol üzerinde ve sokak lambalarının sarı ışığı altında, kırık cam yığınları gibi parlıyordu. Yürümeyi adeta olanaksızlaştıran kaygan zemin üzerinde zorunlu oldukları için yol almaya çalışan birkaç kişi dışında, sokaklarda kimsecikler yoktu.

Nisan, topuklarına kadar inen uzun ve kalın mantosuna sıkı sıkıya sarınmış, tüylü, el örgüsü beresini olabildiğince aşağı çekmişti. Eldiven giymiş olmasına rağmen, ceplerine soktuğu ellerinin parmak uçları giderek uyuşuyordu.Kat kat olmuş buzlar üzerinde adım atmak gerçekten zordu.Her an ayağı kayacakmış gibi tedirgin ve ürkek yürüyordu.Tüm tehlikesine ve güçlüğüne karşın gecenin dondurucu soğuğundan kurtulmanın yolu,gideceği yere bir an önce ulaşabilmek için olabildiğince hızlı hareket etmekti.

Atatürk Orman Çiftliği’ne giden anayolda ilerliyordu. Gazi Üniversitesi’nin arka kapısına çıkan dik yokuşun karşısındaki taksi durağından yan yola saptı. Tren yoluna doğru yürüdü. Anayola göre daha az trafik yoğunluğuna sahip olan yan yollarda öbek öbek kar yığınları vardı. Önünde kümelenmiş kar yığınının yanından geçerken ayağı kaydı. Sol kalçasının üzerine bütün ağırlığı ile düştü. Müthiş bir acı duydu. Uzunca bir süre yerinden kalkamadı. Boş boş çevresine bakındı. Yol boydan boya ıpıssızdı. Uzun kirpiklerinin arasında biriken gözyaşları ılık ılık yanaklarından çenesine doğru aktı. Bu gözyaşlarının nedeni kalçasının acısı değildi. Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan babası ile aralarında geçen tatsız konuşmalardı. Bu gerçeği anımsamak içini daha çok acıttı. Bir süreden beri tutmaya çalıştığı gözyaşlarını, olanca doğallığı ile serbest bıraktı. Sessiz ve derinden çağıl çağıl ağladı. Nisan, öğretmen bir babanın ilk çocuğu olarak Malatya’da dünyaya gelmişti. İki erkek kardeşi vardı. Onlara okul konusunda iyi bir örnek olamadığına üzülüyordu. Okulunun normal süresini bu denli uzatmış olması, geçinim güçlüğü çeken ailesine de büyük bir üzüntü veriyordu. Bir yandan çocuklarının giderek artan masraflarını karşılamak için çareler üretirken Nisan’ a verdikleri bunca emeğin boşa gidebileceğini düşünmek, anne ve babasının içlerini bir kurt gibi kemiriyordu. Uzunca bir süredir, Nisan’ın okulunu yarıda bırakabileceği kuşkusu akıllarından çıkmaz olmuştu.

Gerçekte de Nisan okuldan ayrılmayı, öğrenimini yarıda bırakmayı düşünmüyor değildi. Okuldan iyice soğumuştu. Hatta zaman zaman okuldan nefret ediyordu. Yedi yıldır görmek zorunda olduğu okul manzarası midesini bulandırıyordu. Görmeye katlanamadığı sadece okul binası yada çevresi değildi.Hocalarını ve diğer tüm okul çalışanlarını da görmek istemiyordu.Çünkü çoğu kez hocalarının kendisine bakışlarında bir alaysıma ve hatta aşağılama görüyordu. Belki yanılıyor, kendisine öyle geliyor olabilirdi. Ama hisleri Nisan’a durumun böyle olduğunu söylüyordu. Okulda bölüm sekreterinden düz memurlara, hatta hizmetlilere kadar Nisan’ ı tanımayan yoktu. Kendisine yansıtılan bu olumsuz izlenimlere karşı O’ da herkese isyankar bir tutum sergiliyordu. Okulun koridorlarında başı olabildiğince dik, bakışlarında her an saldırmaya hazır olduğunu ifade eden bir anlam, kendinden son derece emin, uyumlu adımlarla yürümesi,nedense okul çalışanlarında bir rahatsızlık yaratıyordu. Daha okul kapısından içeri adımını atar atmaz tüm konuşmaların konusu Nisan oluveriyordu. Hakkında anlatılan öylesine yalan yanlış öyküler vardı ki bunlardan bir çoğunun kendisiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. O’nun tek hatası okula kayıt yaptırdığı ilk yıl, bir grup sol görüşlü öğrencinin düzenlediği kantin yemeklerini protesto etme eylemine katılmış olması idi. Aslında hiç iyi olmayan kantin yemeklerini, hangi görüşe mensup olursa olsun, protesto eden gruba ayırımsız destek olurdu. Zaten eylemi gerçekleştiren grubun siyasi görüşlerini bilerek katılmamıştı. Öğrencilerin haklı bir tepkisine destek olmak istemişti. Nisan’ın asla ödün vermeyeceği tek konu Atatürkçü düşünce idi. Ancak kendi düşüncesi ne olursa olsun çok masumane duygularla katıldığı o eylem, bir daha silinmemek üzere Nisan’ ın alnına ‘sol’ damgasının vurulmasına neden olmuştu. Sırf bu yüzden bir çok arkadaşı kendisine karşı cephe almış, hatta bazıları ilişkilerini tamamen kesmişlerdi. Nisan’ ın bir başka şanssızlığı okulun öğretim elemanlarının büyük bir bölümünün sağ görüşlü olmalarıydı. O eylemden sonra Nisan, kendisi hiçbir anlam veremese de, çok ünlendi. Artık derslerden geçer not alması için olağanüstü bir çaba harcaması gerekiyordu. Çünkü sonucunu en az seksen beklediği bir sınavdan genellikle yarısı kadar not alabiliyordu.

Nisan bu durumun ayırtına vardığında kendi kendine bir karar aldı. Asla prensiplerinden ödün vermeyecek, duygu sömürüsü yapmayacak, hiçbir hocasından not dilenmeyecekti. Çalışacak, çok çalışacak ve söke söke alacağı notlarla okulunu bitirecekti.

Aldığı bu karar doğrultusunda derslerine sıkı sıkı sarıldı. Derslerinin büyük bir bölümünden geçer not almayı başardı. Ama toplam beş dersten bir türlü başarı sağlayamadı. Bunun nedeni o derslerin hocalarının sağ görüşün fanatikleri olmalarıydı. Onlar Nisan’a karşı kesin bir ön yargı içerisindeydiler. Nisan’ ı tam bir sol militan olarak değerlendiriyorlardı. Bu hocalar, birkaç kez yandaşları öğrenciler aracılığı ile Nisan’ ın kendi saflarına katılması teklifini ilettiler. Bu teklifi kabul ettiği andan itibaren kaldığı derslerin sorun olmaktan çıkacağı garantisini verdiler. Nisan bu önerileri o an reddetti. İşte bu yüzden okul yılları, hiç hak etmediği halde, uzadıkça uzadı.

O soğuk kış akşamı Nisan’ın babası, haber vermeden çıkagelmişti. Amacı uzun bir süredir haber alamadığı kızını görmek ve eğer varsa sorunlarına çare bulmada yardımcı olabilmekti.

Nisan asla beklemediği bir anda babasını karşısında görünce çok şaşırdı. Kısa bir hal hatır sorma faslından sonra konu Nisan’ın okul durumuna geldi. Daha önce sadece iki dersi kaldığı söyleminin yalan olduğunun babası tarafından öğrenilmiş olması ortamı bir anda germeye yetmişti. Nisan, daha önce, okulu bitirmek için kalan iki dersini birinci yarı yılda verip mezun olacağını söylemişti. Oysa vermesi gereken beş dersi vardı. Bunlardan ikisi birinci sınıf dersleri, bir tanesi üçüncü sınıf kalan iki dersi de son sınıfa ait derslerdi. Dersleri ancak yıl sonuna kadar verebilirdi ki onun da kesin bir garantisi yoktu.

Nisan, bu güne kadar babasını bu denli kızgın gördüğünü anımsamıyordu. Şiddet sözcüğünü kelime dağarcığından bile çıkarıp atmış olan baba,o gün konuşurken boğulacak gibi oluyor,tüm bedeninin zangır zangır titremesine engel olamıyordu.Oysa babası,bu güne kadar Nisan’ı hep anlayışla karşılamış ve O’na karşı asla kırıcı olmamaya özen göstermişti.Çoğu zaman annenin kızgınlığını kendi üstüne çekme pahasına, hep kızından yana tavır almıştı.İki yıl okulu uzatmış olmasından ötürü bile sesini yükseltmemiş,tatlı bir dille öğütlerde bulunmuştu.

Nisan’ın babası bu kez her zamankinden farklıydı. Kızgınlığı ve kırgınlığı tamamen dışa vurmuştu. Babasının neden her zamankinden farklı olduğunu anlamaya çalışan Nisan, sağlıklı bir fikir yürütemiyordu. Oysa sebep apaçık ortadaydı. Nisan’ a son derece güven besleyen baba aldatıldığını öğrenmişti. Bu güne dek kızının kendisine asla yalan söylemeyeceğini düşünen baba bu düşüncesinde yanıldığını anlamıştı. Kızının beş dersten başarısız olduğunu öğrenmesinden ötürü değildi kızgınlığı, O’ nun kendisine yalan söylemiş olmasını içine sindiremiyordu.

İçinde bulundukları ortam ve ruh halleri ikisini de aşırı davranışlar sergilemeye iteliyordu. Ve öyle bir an geldi ki Nisan, babasının kendisini tokatlayacağını sandı. Hayatında ilk kez babasının yüzüne korku ile baktı. Her zaman kendisine güven duygusu, huzur ve iç dinginliği aşılayan babasından ilk kez korktu. Bu korkunun yansımaları gözlerinden dışarı taşıyordu. İkisi de seslerine hakim olamıyorlar ve sakinleşme belirtisi göstermedikleri gibi aksine ses tonlarını daha da yükseltiyorlardı. Bu şekilde sürecek diyalogun nasıl sonuçlanacağını kestirmek zordu. Bu durumda yapılacak en akıllı iş, birisinin ortamı terk etmesi olacaktı. İlk hareket Nisan’ dan geldi.Kapının arkasına asılı mantosunu kaptığı gibi sokağa fırladı.

Baba şaşkındı. Kızından böyle bir tepki beklemiyordu. Bir süre hiç hareket etmeden öylece, olduğu yerde durdu. Tüm bedeni gerilmiş, adeta taşlaşmıştı. Sonra derin bir nefes aldı. Kendi kendine sakin olması gerektiğini düşündü. Böyle davranmanın ne kadar yanlış olduğu ortada idi. Olumlu bir sonuca bu şekilde ulaşılamayacağı kesindi. Yaptıklarından ve davranışlarından pişmanlık duydu. Malatya’ dan yola çıkarken böyle bir durumla karşılaşacağı aklının ucundan bile geçmemişti. O, kızına destek olmak ve varsa eğer sorunlarını çözmede elinden geldiğince yardım etmek üzere Ankara’ ya gelmişti. Bunları anımsayınca yaptıklarından büsbütün pişmanlık duydu. Zaman geçirmeden yanlışını telafi etmeliydi. Kızını bir an önce bulmak için sokağa fırladı.

Dışarıda müthiş bir soğuk vardı. Yollar kat kat buzlarla kaplıydı. Normal bir adım atmak neredeyse olanaksızdı. Küçük adımlarla adeta kayarcasına ilerledi. Her hareketinde düşmeyi önleme çabasının tedirginliği vardı. İlk sokak lambasının altında durdu. Dikkatle çevresine bakındı. Sokak bomboştu.

Nisan’ ın kar kürtüğüne takılıp düştüğü sokağın iki sokak ilerisindeki bir başka sokakta baba da bir anda kendini yerde buldu. Camlaşan buz tabakasından kayan ayakları öylesine birbirinden ayrıldı ki balerin gibi yere oturdu. Bir süre bedenini dinledi. Kırık çıkık olup olmadığını anlamaya çalıştı. Çok büyük bir acı hissetmiyordu. Yavaş yavaş iki ayağını birleştirdi. İki elini destek yaparak doğrulmaya çalıştı. Vücudunda bir ağrı yoktu ama içi yanıyordu. Bu kış gecesinde kızının başına bir iş gelmesinden korkuyordu. Sinirlerine hakim olamadığı ve aşırı sert tepki gösterdiği için kendini suçluyordu. ”Ah” diyordu ayakta güçlükle durmaya çalışırken, ”ah ben ne halt ettim? Canım kızımla neden daha çok ilgilenmedim? Neden sorunlarına ortak olmaya çalışmadım? Her istediği zaman harçlık göndermekle sorumluluğum bitiyor muydu? Ah ben ne yaptım?”

Sızlanarak, yaptığı hatalardan pişmanlık duyarak zaman geçirmenin sırası değildi. Bir an önce kızını bulmalıydı. Ama nasıl bulacağı hakkında da hiçbir fikri yoktu. Önceki adımlarından daha küçük adım atarak ve düşmemeye daha çok dikkat ederek ıssız sokakta ilerlemeye devam etti.

Nisan, arkadaşları ile kaldığı evin dört sokak aşağısında oturan bir başka öğrenci grubunun oturduğu eve sığınmıştı. Burada kalan öğrenciler de kendisi gibi okullarını normal süresi içinde bitiremeyen ve altıncı, yedinci yıllarına devam eden erkek öğrencilerdi. Bu üç erkek öğrenci Nisan’la iyi arkadaştılar. Sık sık bir araya gelir dertleşirlerdi. Tümü öğretim yılı başlarında bir araya geldiklerinde, karşılıklı olarak bu yıl okullarını mutlaka bitirmeye söz vermişlerdi. Nisan’ın, gecenin bu geç saatinde evlerine gelmesinden farklı bir anlam çıkarmadılar. Her zamanki olağan ziyaretlerden biri olarak algıladılar. Ancak Nisan’ın yüz ifadesi bu ziyaretin olağan bir ziyaret olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Fazla ısrarcı olmadan,”ne o?” dedi, Hüseyin. ”Anneni babanı mı özledin?” Nisan uzunca bir süre konuşmadı. Yanan elektrik sobasının önündeki mindere bir kedi yumuşaklığı ile oturdu. Sobanın ısıtma çubuklarından yayılan kırmızı ışıkta yüzü bir tuhaf görünüyordu. Aradan beş dakika geçti. ”Babam.” dedi, kendi kendine konuşur gibiydi.” Babam burada ve benim ders durumumu öğrenmiş.” Beyni uyuşmuş gibiydi. Babasını düşünüyordu. Kendisi evden ayrıldıktan sonra nasıl davrandığını ve ne yaptığını merak ediyordu. Mutlaka O’da evden çıkmış olmalıydı. Gecenin dondurucu soğuğunda kızını aradığından emindi. Oysa nasıl bulabilirdi ki Nisan’ ı? Nereye gittiğini elbette bilemezdi. Kim bilir şimdi kafasında ne korkunç senaryolar üretiyordu. Bu gerçekçi düşünce Nisan’ı endişelendirdi. Bir an önce babasını bulmalıydı. ”Arkadaşlar babam kesinlikle şimdi beni arıyordur. Zaten sağlığı iyi değil. Gecenin bu dondurucu soğuğunda uzun süre dışarıda kalmamalı. Lütfen onu bulun.” Üç öğrenci hep birlikte paltolarına sarıldılar. Daha önce bir kez Nisan’ ın babasını görmüşlerdi. O’ nu tanımakta zorlanmayacaklarını düşündüler. Zaten bu saatte sokakta çok fazla insan bulunmazdı. Üçü aynı anda sokağa fırladılar. Üçü üç ayrı sokaktan Nisan’ ın kaldığı eve doğru yürüdüler.

Babayı Ali buldu. Zayıf sokak lambalarının ışığı altında çevreye kuşku ile bakarak ilerleyen orta yaşlı adamın yanında durdu. ”Amca siz Nisan’ ın babası olmalısınız.” Soğuktan titremekte olan adam Ali’nin yüzüne umutla baktı. ”Evet delikanlı, Nisan’ın babasıyım. Nisan’ ın nerede olduğunu biliyor musunuz?” Nisan bizim evde, buyurun gidelim.” Diye yanıtladı, Ali. Ötekileri beklemeden eve doğru yürüdüler.

Kapının kilidinde dönen anahtar sesi ile irkilen Nisan ayağa fırladı. Sabırsızlıkla kapının açılmasını bekledi. Kapı açılır açılmaz babasını gören Nisan, onların içeri girmesini beklemeden babasının boynuna sarıldı. Hıçkırıkları sesli ağlamaya dönüştü. ”Babam, canım babam, binlerce kez özür dilerim. Size yalan söylediğim ve seni böylesine zorda bıraktığım için özür dilerim. Affet beni.” Sözlerine daha fazla devam edemedi. Tüm bedeni sarsıla sarsıla ağlamasını sürdürdü.

Baba da ağlıyordu. Sıkı sıkı sarıldı kızına. ”Sen de beni affet kızım. Ben de babalık görevimi tam olarak yapamadım.” Daha fazla konuşamadı, O’da hıçkırıklara boğuldu.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (173 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol