BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Parkta Bir Yalnız Adam

 

PARKTA BİR YALNIZ ADAM

Kendini çok yorgun hissediyordu. Bacakları, neredeyse vücudunun ağırlığını taşımaya isyan edecekti. Gür siyah saçlarının arasından ığıl ığıl akan ter, kalın ve sık kaşlarından geçerek gözlerine ulaşıyordu. Yanaklarından süzülen ter damlacıkları ise uzun ve kapkara sakalının tellerinde düğümlenmişlerdi. İçinde, sığınacağı koyu bir gölgenin dayanılmaz özlemi yanarken belediye parkının önünde buldu kendini. Gözlerinde sevinç şimşekleri çaktı. Uzun kirpiklerinin arasından görülen irice gözbebeklerinden mutluluk ışığı yansıdı.

Parkın doğu tarafına bakan giriş kapısının önünde durdu. Kuşku dolu bakışlarla çevreyi inceledi. Bulunduğu yerin ne kadar güvenli olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Parka girmeye karar verdi. Koltuğunun altında duran içi dolu torbayı eline aldı. İki eli ile sıkıca tutarak göğüs hizasına kadar kaldırdı. Dikkatli bakışlarla bir kez daha sağı solu, ileri ve geriyi taradı. Sağ eli ile hayali vites kolunu iteledi. Sol ayağı ile gaz pedalına yüklendi. Yırtık ayakkabısından dışarı fırlamış çorapsız parmağının ucuna bakarak ilerledi. Parkta oturmakta olan bir kısım insanlar adamı dikkat ve şaşkınlıkla izliyorlardı. O sırada parktan dışarı çıkmakta olan kadınlı erkekli bir grup kendilerine doğru hızla gelen bu tuhaf adama yol vermek için aceleyle kenara çekildiler. Yüzlerinde, korku lekesi bulaşmış bir alaysımanın buruk gülümsemesi vardı. Adam çevresinde hiç kimse yokmuş gibi kendini tümüyle yaptığı işe vermişti. Dikkatli bir sürücünün, arabasına park yeri aramasına benzer davranışlarla ortadaki büyük havuzun yanı başında yükselen çınar ağacının altına yürüdü. Susuz havuzun çevresine sıralanmış banklarda insanlar oturuyorlardı. Çınar ağacının gövdesine iyice yaklaşan adam kıvrak bir hareketle yüzünü insanlara çevirdi. Eli bir kez daha vites değiştirme hareketi yaparken sırtını yavaşça ağaca dayadı. Bakışlarında insanı tedirgin eden kocaman bir boşluk vardı. Ruhu bedeninden çok uzaklarda gibiydi. Dik bir yokuştan kayarcasına yere çöktü. Gözleri parkta gezinirken ağaçların yoğun olduğu bir noktaya takılıp kaldı. Birden gök gürültüsünü andıran tok bir sesle gülmeye başladı. Sesi parkın her köşesinden duyulabiliyordu. Çevredeki insanlarda farklı ses tonları ile bu kahkahaya katıldılar. Ne çınar ağacının altında tek başına oturan adamın neden güldüğünü biliyorlardı ne de kendilerinin. Bir gülme salgınına tutulmuşlardı, nedenini düşünmeye hiç gerek yoktu, Adamın hiç kesilmeyecekmiş gibi attığı kahkahalar bir süre sonra orada bulunanlarda tedirginlik yarattı. Bir anda yüzlerde bu tedirgin gülümsemelerin donmuş izleri belirdi. Sustular. Adam da sustu. Kolları arasında sıkı sıkı tuttuğu torbada bir şeyler aradı. Torbadan çıkardığı ve ne olduğu belirsiz eşyalarla oynadı bir süre; sonra ayaklarını iyice uzatarak hareketsiz kaldı.

Şehirlerarası çevre yoluna bakan büyük parkın içerisi insan kaynıyordu. Eylül ayının biber sıcaklarından bunalan insanlar, sığınabilecekleri serin bir gölge bulabilmenin keyfini çıkarıyorlardı. Banklarda hemen hemen hiç boş yer yoktu. Kimileri sere serpe çayırların üzerine uzanmışlardı. Monoton geçen saatlerin ardından biraz önce izledikleri adamın anlamsız ve garip davranışları zamana renk katmıştı. Orada bulunanların çoğunluğu adamın kahkahasına eşlik ederken kimileri içten bir acıma duygusu içinde izlemekle yetindiler. O’ nu bu genç yaşta deliliğe sürükleyen ve bir insanın olağan duyguları ile taşıyamayacağı dayanılmaz acıların neler olabileceği hakkında fikir yürüttüler. Artan bir merakla adamı izlemeye devam ederken geçmişinden bazı ipuçları yakalamanın yollarını aradılar.

Uzun boylu, esmer, genç adam, hafif kemerli burnunun iki yanında birer zeytin tanesi gibi duran gözleri ile, bazen dikkatle bazen umursamaz bir şekilde çevresine bakınıyordu. Sırtında gerçek renginin ne olduğu belli olmayan siyahımsı bir ceket, önünde, ayakkabı tamircilerinin takındığı deri bir önlük vardı. Pantolon paçalarından biri dizine kadar sökülmüş olduğundan çıplak baldırı görünüyordu. Ayağının biri çoraplı diğeri çıplaktı. Çorabının ucu tamamen yırtılmıştı. Açıkta kalan ayak parmakları yırtık ayakkabısının dışına taşmıştı.

Yanında yedi sekiz yaşlarında iki çocukla parkta yürümekte olan genç bayan, garip davranışlı adamı son anda gördü. Bir an içinin ürperdiğini duyumsadı. Delilerden oldum olası korkardı. Kendinden çok çocukları için endişelendi. Delinin ne yapacağı, nasıl davranacağı hiç belli olmazdı. Aniden kendilerine saldırabileceğini düşündü. Bir an önce oradan uzaklaşması gerekti. Çocukları sürüklercesine çekerek adımlarını hızlandırdı. Çınarın altında çevresine duyarsız bir şekilde yatmakta olan adam telaşlı kadının duygularını okumuş gibi canlandı. Yattığı yerden doğruldu. Korku dolu gözlerle kendisine bakan ve bir an önce uzaklaşmaya çalışan çocuklara gülümseyerek dilini çıkarttı. Annelerinin aksine çocukların yüzlerinde korku izi yoktu. Hatta eğlendikleri ve deliyi izlemekten zevk aldıkları söylenebilirdi. Ancak kendileri gibi düşünmeyen annelerine uymak zorundaydılar. Gene de çocukça muzipliklerini göstermeden oradan ayrılmadılar. Deliye gülerek ve dillerini uzatarak karşılık verdiler.

Yaslandığı çınar ağacı sırtını acıtmıştı. Yavaşça kayarak tekrar sırt üstü çayıra uzanan adam, gözlerini yukarılarda, çınarın sık dalları arasında bir noktaya odakladı. Uyku ile uyanıklık arasında gelip giderken düş mü gerçek mi olduğunun tam ayırtına varamadığı bir yaşam öyküsünü izlemeye başladı.

Sevgi, yediveren gül fidanlarının arasına saklanmıştı. Sinan’ ın kendisini bulmasını bekliyordu. Uzun sarı saçlarını bağladığı mavi kurdelesinin, güllerin üzerinden göründüğünün farkında değildi. Sinan bahçeyi sınırlayan yeşilliklerin arkasına gizlenerek ilerledi. Sevgi ile aralarında en çok iki adımlık bir uzaklık kalmıştı. Ani Ani bir atakla Sevgi’yi belinden yakaladı. Güçlü kolları arasında havaya kaldırarak daireler çizmeye başladı. Her ikisinin birlikte attığı kahkahalar ortalığı çınlatıyordu. İki sevgilinin mutluluğu, ağaçlardaki kuşları, böcekleri bile kıskandırdı. Kol kola caddeye çıktılar.

Birbirlerini delicesine seviyorlardı. Aşıktılar. Aşkları masallardaki gibi saf, temiz ve bir o kadar da tutkuluydu. Sevgi’nin Sinan’a her bakışında yeşil gözlerinin içi gülüyor, mutluluğunun resmi yüzüne yansıyordu. Sinan’ın sevgisi daha bir başkaydı. O’ nun ki sevgiden çok öte duygu idi. Bir kara sevda idi. Bu sevda öylesine içini yakıyordu ki bazen kendisini bile korkutuyordu. Sevgi’ yi kaybetme korkusu yüreğine iniyordu. Oysa iki sevgilinin arasında görünür hiçbir engel yoktu. Her şey olumlu bir havada yürürken onlar mutluluğu doya doya yaşıyorlardı.

Sinan’ın cep telefonu çaldı. Telefon ekranında beliren numara tanıdık birine ait değildi. Açtı telefonu. ”Alo” dedi, telefondaki ses, ”Sinan Bey’ le mi görüşüyorum?” “Evet,” dedi Sinan,”buyurun ben Sinan.” “Sizi devlet hastanesi acilinden arıyorum, telefon numaranızı Sevgi Hanım’ın telefonundan öğrendim. Sevgi Hanım trafik kazası geçirdi, lütfen hastaneye geliniz.”

Sinan rakibinden müthiş bir kroşe yiyen boksör gibi sarsıldı. Saat on bir suları ve güneş gökyüzünde pırıl pırıl iken hava birden zifiri karanlığa dönüştü. Kulaklarını sağır edercesine bir uğultu kapladı. Tüm bedeni önce buza yatmış gibi dondu sonra cayır cayır yanmaya başladı. Boğazı yırtılırcasına, yanından geçmekte olan araca bağırdı. ”Taksi !”

Acilde Sinan’ ı beyaz gömlekliler karşıladı. Yüzlerinde, görevlerinde başarı sağlayamamış olmanın burukluğu vardı. İçeri girdiler. Odanın orta yerinde duran sedyede üzeri beyaz çarşafla kapatılmış bir insan silueti vardı. Sinan’ın her tarafı uyuşmuş gibiydi. Yarı bilinçsizce masaya yanaştı. Yanındaki biri çarşafı araladı. Sinan’ ın bakmalara doyamadığı Sevgi’ nin yüzü yeşilimsi bir sarılığa bürünmüş ve donmuştu. Uzun sarı saçlarının rengi kızıla boyanmıştı. Yarı aralık duran gözleri deste kirpiklerinin arasından bakıyor gibiydi.

Sinan bir heykel gibi donup kaldı. Bir süre dayanılmaz acıların penceresinden aşkına baktı. Daha sonra yavaşça ellerini Sevgi’ye uzattı. Sarı saçlarını avuçladı. Elleri kızıla boyandı. Eğildi, yüzünü Sevgi’ nin yüzüne yasladı.”Sevgi, hayatım, güneşim, aç gözlerini, lütfen lütfen aç gözlerini.” Dedi. Yanıt alamadı. Bir daha seslendi. Yanağında ölümün buz gibi soğukluğunu hissetti. Arkadan birileri Sinan’ın kollarından tutarak oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu.”Başınız sağ olsun.” Tümcesinin anlamını önce kavrayamadı. Sonra bu cümlenin beyninde davul gibi çalınması ile irkildi. Donuyormuş gibi titremeye başladı. Sevgi’yi tümden yitirdiğini anlamıştı. Bir çığlık yükseldi boğazından. Bu çığlık duyanların içini ürpertti. Betimlenemez acıları içinde barındıran bu çığlığı duyan tüm insanların yüreği yandı. ”Sevgiiii…” diye uzadı gitti Sinan’ın çığlıkları. Acille birlikte tüm hastane bu çığlıkla inim inim inledi. Genç ve yakışıklı adamı teselli etmek üzere çevreye toplanan insanlar bir ağlama sesi duymak içi boşuna beklediler. Bir süre sonra ortalığı tam bir sessizlik kapladı. Herkes ısrarla Sinan’ın yüzüne bakıyorlardı. O anda hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu. Sinan kıkır kıkır gülmeye başladı. Gözlerinin birer kan çanağına dönüştüğünün kimse farkında değildi. Yanaklarından bir sel gibi aşağı süzülen gözyaşlarına rağmen Sinan gülmeye devam ediyordu. Ağlıyor muydu gülüyor muydu anlamak olanaksızdı. Yüz hatlarından ne gibi duygular taşıdığı da seçilemezdi, çünkü yüzü bir heykelden farksızdı. Ara sıra dudaklarının kıpırdadığı görülüyordu. Çıkan sözcükler tamamen anlamsızdı. Uzunca bir zaman geçti. Sinan’ ın çıkardığı gülme sesleri giderek yok oldu. Benzi sarardı. Kendinden geçti. Tam yere düşmek üzereyken arkadan yetiştiler. Bacakları iki büklüm olduğu halde içeriye sürüklediler.

Büyük çınarın gölgesinde yatmakta olan Sinan, yavaşça doğruldu. Gözyaşları uzun siyah sakalını ıslatmıştı. Boş gözlerle çevresine bakındı. Sanki hiç tanımadığı ve ilk kez gördüğü bir yerde idi. Parkta oturan ya da gezinen insanları süzdü bir süre. Tanıdık birilerini arıyor gibiydi. Sırtını ağaçtan ayırdı. Sonra aklını alan acılarının yansıdığı bir sesle bağırdı. ”Sevgiii…!” Ortalık çın çın öttü. Çevredeki insanlar bu çığlıktan rahatsız oldular. İçlerinde bir panikleme başladı. Genç adamın ani bir hareketi tümünü kaçırabilirdi. Deliden öyle bir atak gelmedi. Eski sakinliğine geri döndü. Çok geçmeden de tekrar gülmeye başladı. Parktaki herkes rahat bir nefes alarak Sinan’la birlikte gülmeye başladılar.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (93 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol