BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Yansımalar

 

YANSIMALAR

Ağır, serin ve ıpıslak bir hava. Kapkara ve yoğunluğuna rağmen dağınık görünümlü bulutlar, gündüzü geceye çevirmekte, kısa aralıklarla değişik hava oluşumları saçmaktalar evrene. Belli belirsiz bir ışımanın ardından poyrazla birlikte kuş tüyü gibi yağan kar, sonra karla karışık ipil ipil incecik bir yağmur. Keçe delen adı verilen bu incecik yağmur keçeleri delerken havanın birdenbire soğuması ile kırcıya dönüşmekte. Kırcının aslı kırıcı. Dolu ile kar arası sertçe bir yağış türü. Gerçektende yeni filizlenen yaprak ve çiçek tomurcuklarını, körpe sebze sürgünlerini kırmakta pek ustadır.

Buğulanan pencere camlarından içeriye güneş ışıkları daha az yansımada ve oda giderek karanlıklaşmakta. İçimi öyle bir sıkıntı basıyor ki. Çoğu kez denemişimdir,böyle havalarda hava ile birlikte içim de kararır.Hiçbir neden yokken mutsuz hissederim kendimi.Üzülürüm.Üzülürüm çünkü çevreme de üzüntü yayarım.Eşimin sobayı geç tutuşturduğuna,çocukların oyun oynamaları sırasında fazla gürültü yaptıklarına kızarım.Kızgınlığımı hoyratça açığa vururum.Evde huzur kalmaz.Havalara karşı olan bu olumsuz duyarlılığımı iyi bildiğimden, kendime bir iş bularak avunma yolunu denerim.Eğer kendimi oyalayacak bir iş bulamazsam çevreme zehir akıtırım.Çoğu kez,çevreme verdiğim huzursuzluktan ötürü, davranışlarımla alay ederek kendimi cezalandırdığım olur.Kafama takılan tüm olumsuz düşünceleri boğmak gelir içimden.

Bugün tam böyle bir gün.On nisan.Tarihe ve takvime bakılırsa baharın en güzel günleri olmalı değil mi?Ne gezer..Beni çıldırtan bir hava var.İş arıyorum kendime,yok.Kitap okumak istiyorum,gözüm bir sözcüğe saplanıp kalıyor,ilerlemenin yolu yok.Kendime kızıyorum yine.Hanıma bağırıyorum,hiç neden yokken.”Sessiz olun” diyorum çocuklara,”görmüyor musunuz kitap okumaya çalışıyorum.” Hanım sessiz.Her zamanki hamaratlığı ile ev işlerini yapıyor.Çocukları susturmaya çalışıyor.Bu kez haksız davranışlarımdan utanıyorum.İçten içe kendimden nefret ediyorum.Dışarı çıkıp çamurlara yatarak, kendimi cezalandırmak geliyor içimden.Biliyorum ki tüm olumsuz ve haksız davranışlarımın nedeni bu ağır hava.Oysa güzel havalarda ben çok sakinimdir.Karıncayı incitmekten korkarım.Hele kitap okurken başımda davul çalınsa duymam.Şu havanın ettiği işe bak diyorum içimden.Tüm evreni kararttığı az gelir gibi içimi de karartıyor.Bu hiç hoş bir durum değil.Bunun çok iyi farkındayım ama duygularıma engel olamıyorum.Ne yapsam can sıkıntısının önüne geçemiyorum.Tam bu çıkmaz düşüncenin ardından beynimde bir şimşek çakıyor.Bir iki kadeh içmek iyi gelebilir diye düşünüyorum.Giderek bu fikir daha da çekici hale geliyor.Böylelikle kahrolası şu ağır havanın etkisinden kendimi kurtarabilirim.Bitişik lojmanda oturan arkadaşıma gidiyorum zaman geçirmeden.”Haydi Mustafa’nın orada biraz demlenelim,”diyorum.Belli ki oda boşluktan sıkılmış.”İyi fikir, haydi gidelim,” diyor. Komşulara yürüyoruz birlikte.

Havanın gene çok azgın bir zamanı. Buz gibi esen poyraz, inadıma kırıcı vuruyor suratıma. Yüzümden düşen bin parça, küfrediyorum bulutlara. Şu sakız gibi ayaklarıma yapışan çamur daha çok sinirlendiriyor beni. Bastığım her nokta ayakkabılarımı vermek istemiyor. Çamurla aramızda sessiz bir savaş var. Eskilikten genişlemiş ayakkabılarımın, bastığım yerlerde kalmaması için kısa adımlarda dik dik çekiyorum bacaklarımı.Askerlerin “yerinde say,”komutu ile yürüdükleri gibi biçimsiz bir yürüyüş yaptım belli.Demlenme önerimi hemen kabul ettiği için arkadaşıma kızıyorum.”Rahat rahat evlerimizde oturalım dese olmaz mıydı acaba?”Bende sıcacık odamdan çıkmazdım böylelikle.Geri dönmek geliyor içimden.Dönemiyorum.Çünkü böyle tutarsız davranışlar sergileyenlerin alnının ortasına, anında deli damgası vurulur.Aslında o da umurumda değil,vururlarsa vursunlar diye düşünüyorum ama gene de geri dönemiyorum.İki tek atmak fikri geliyor aklıma ve beni müthiş çekiyor.

Gideceğimiz ev yakın.Lojmanla arasında küçük bir bahçe var.Ahırla ev arasındaki dar karanlık ve dar boşluktan ilerliyoruz.Yeni tutuşturulmaya çalışılan sobadan çıkan dumanın olancası içeride.Sık döşeli kiremitlerin arasından yol bulup dışarı çıkamıyor.Oturma odası da dumandan nasibini almış ama dışarısı kadar değil.Oda henüz ısınmamış.Elimle sobaya dokunuyorum,kendisini bile ısıtamamış, zavallı eski sac soba.Bakımsız kuzinenin önüne ayakta sıralanıyoruz.”Sobayı boş ver de bardak getir,”diyorum Mustafa’ya.Koltuk altına sıkıştırdığım rakı şişesini ortadaki masanın üzerine bırakıyorum.Çok geçmeden birer hamlede ilk bardakları boşaltıyoruz.Boğazım,içim yanıyor.Yalancı bir sıcaklık,boğazıma doğru yükseliyor ağır ağır.Damarlarıma yayıldığını duyumsuyorum.Burnumun ucunda hissediyorum anason kokusunu.Konuşmak istiyorum.Bir türlü ses çıkmıyor boğazımdan.Bir yudum su içtikten sonra konuşabiliyorum.”Gelişmiş ülkeler ne iyi.”Diyorum birden.Şaşkın şaşkın bakıyorlar yüzüme.Öyle ya, nereden çıktı şimdi gelişmiş ülkelerin iyiliği?Konuşmamı sürdürüyorum, şaşkınlığa yol açan tümcemi açıklamak için.Öte yandan,sonuçsuz kalacağını tahmin ettiğim böyle bir konuya girdiğim için gene kendime kızıyorum.”Akşam Paul Satre’ı okudum,” diyorum. “Ne güzel işlemiş günümüz gençliğini.Sorunlarını nasıl derinlğine ele almış.Sonra ortaya koyduğu tiplerin farklı-bize göre-bağımlılık düşünceleri çok güzel.Örneğin şu anda,-Mustafa’yı karşıtlanarak-yüzünüzde eğreti duran kaba ve dağınık bıyıklarınızdan,çukur,kanlı gözlerinizin bakışlarından hoşlanmıyorsam,bunu açıkça söyleyebilmeliyim.Söylemek de tek başına anlamlı değil,bu düşünceme karşı,içinizden gelen tepkili yanıtınızı kabullenmeli ve bu durum,arkadaşlığımızda bir sorun yaratmamalı.”

Karşımda bön bön bakan Mustafa’ nın yüzünde, öfke dalgalarının yansımalarını görebiliyorum. İçimde bir neşe kabarıyor. ”Oh, onu da kızdırdım,” diye düşünürken Satre’ ın Danıel tiplemesinin, bu tür davranışlarda neler bulduğunu anlamaya çalışıyorum.

“İşte bizim yapamadığımız şey bu,”diyerek konuşmamı sürdürüyorum.”Yapamadığımız için de en yakın dostluklar da bile küçük yalanlar, yapmacık gülümsemeler kaba olmasın diye sırıtmalar demiyorum, karşımızdakinin tüm söyledikleri doğruymuş gibi olumlu kafa sallamalar, doğal davranışlar gibi sergileniyor.Oysa bu,tümüyle yanlış davranış biçimleri değil midir?Böyle durumlarda dostluklar,karşılıklı yalanlara ve haksızlıklara,yersiz davranışlara katlanma zorunluluğunu ortaya çıkarmaz mı?İşte gelişmiş,uygarlaşmış sözleri ile nitelenen sosyal yaşam çevrelerinde en olmaz şeyler bunlar olsa gerektir.”

Konuşup duruyorum aralıksız.Karşımdakilerin her ikisi birden suspus olmuş yüzüme bakıyorlar.Onları her dediğimi onaylamasını asla istemiyorum.Bana bazı noktalarda karşı çıkmalarını bekliyorum.Hiç olmazsa “sizin sözünü ettiğiniz davranışlar,öz kültürümüzün ürünü sayılabilecek duygu,düşünce ve davranış biçimimizi batı özentisinde boğmaktan öte bir anlam taşımaz” diye-belki-mantıkla tutarlı sayılabilecek yanıtlar umuyorum onlardan.Ve bu konu üzerinde ısrarla durmak istediğimi anlatabilecek bakışlar gezdiriyorum yüzlerinde.Yok,bakışlarındaki anlamsızlık,duyarsızlık aynen devam ediyor.Yahu ben taşa mı konuşuyorum?Sadece yüzlerinde belli belirsiz bir gülümsemenin izleri var.Sanki tüm sözlerime içtenlikle katılıyorlarmış gibi hafiften kafalarını sallamaktan başka bir şey yaptıkları yok.

Kızıyorum.Kızgın kızgın tümcelerimi sıralıyorum.”İnsan ne düşünüyorsa her zaman ve her ortamda fikirlerini açık açık ifade etmeli. Yalan söze yalan,doğruya doğru demeli.Veya bunun terside olabilir.Yalana doğru, doğruya yalan diyebilmeli.”Diyorum.Tabi saçmalıyorum. Bu sözlerin hangi mantık kuralları ile bağdaştırılacağını düşünmüyorum bile.”Canım, sözlerimi mantık taramasından geçirecek durumda mıyım? Bana ne mantıktan. Konuşulabilecek bir konu olsun yeter.”Konuşmak ve karşılıklı iletişim kurmak için durmadan çırpınıyorum.Ne yazık ki benden başka konuşmaya hevesli biri yok.

Sözlerimin etkisini anlamak üzere bakışlarımı dikkatle yüzlerinde gezdiriyorum.Hiçbir tepki vermiyorlar. Kahkahalarla gülmek geliyor içimden. Kendimi güçlükle engelliyorum.”Yuh be..” Diyorum içimden yüzlerine karşı. ”Her söylediklerimi doğru mu buluyorsunuz yani?” Gene de yanlış bir fikre saplanıyorum. ”İşte gör“ diyorum. ”Neyi savunuyor, ne halt karıştırıyorsun? Şimdi niçin karnından konuşuyorsun? Neden içinden geçenleri olduğu gibi yüzlerine karşı söyleyemedin?Seni de sıktı değil mi?İçimize işlemiş iki yüzlülük oğlum.Hani birilerine karşı uzaktan atar tutarız,yüzüne hiçbir şey diyemeyiz. Her sözüne katılmasak bile katılıyormuş gibi görünürüz. Hatta yalancı bir sevecenlikle, sırıtarak bakarız gözlerinin içine.Önceden o kişi hakkında kurduklarımız, kursaklarımızda düğümlenir kalır. Biz başka türlü yapamayız.Çünkü riyakarlık benliğimizin değişmez bir parçası gibi içimize işlemiştir.

Şişeler boşaldı. Tüm konuşmalara musturluk kokuları sinmiş. İçtenlikten uzak sevecen gülüşlerle dostluk bağlarımızı pekiştirme yolunda epey yol kat etmiş olmalıyız. Dışarıda, gökyüzünde bulutlar, küme küme yoğunlaşıp yer yer yırtılmışlar. Bahar güneşinin ışınları beneklemiş evreni.İç sıkıntılarım yavaş yavaş dağılmakta. Benliğimi kaplayan tüm karamsarlıklardan kurtulmak için, güneş ışıklarının benek benek süslediği uzak tepelerde, mutlu hayallerin arkasına takılıyorum.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (61 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol