BENGÜ EDEBİYAT ODASINA HOŞGELDİNİZ
   
 
  Yok Olan Umutlar

 

YOK OLAN UMUTLAR
HİDAYET

Hidayet, eylül sıcağının ağustos ayını aratmadığı bir ortamda,bozuk asfalt yola sinirlenerek, müdürlük binasına yürüdü. Elindeki gösterişli çanta fazla ağır değil gibiydi. Aralıklarla yüzüne çarpan sıcak yelin oluşturduğu kasırgalar, çevrede bulabildikleri türlü atıklarla bir görülüp bir kayboluyorlardı. Kasırgalar caddeye çöplük izlenimi veren bu maddeleri, şehir dışına taşımak isterlermiş gibi yanlarına alarak, utangaç döngülerle uzaklaşıyor, kendilerince uygun buldukları duvar diplerine, gizlice atıveriyorlardı.

Hidayet, kafasına üşüşen yüzlerce sorudan birkaçına,ya da hiç olmazsa birisine yanıt aramakta olduğundan,ne sıcağın farkındaydı,ne de küçük kasırgaların. Şu an O’ nun tek dileği, iyi bir iş sahibi olabilmekle yakaladığı mutluluğu, hiçbir dış etkenin gölgelememesi idi. Aklı hep bunu öğütlüyordu. Aklı böyle söylüyordu ama, gözlerine takılan olumsuz görüntülerin, beyninde yarattığı ikilemlere engel olabilecek miydi? Bunu başarabilse hiçbir sorun kalmayacaktı. Yakaladığı mutluluğa gölge düşmeyecek, huzuru kaçmayacaktı. Ancak içinde bulunduğu ortamın,beynindeki yansımalarından kaynaklanan onlarca sorunun, benliğini için için kemirmesine bir türlü engel olamıyordu. Oysa daha düne kadar en büyük derdi, bir üniversite bitirmesine rağmen,iki yıldır boş gezmesiydi. İki hafta önce yakaladığı iyi bir iş fırsatının kafasını böylesine allak bullak edeceğini asla düşünemezdi.Bu rahatsızlığın nereden kaynaklandığını bulmaya çalışıyor ama bir türlü çıkaramıyordu.

Hidayet,bin bir çeşit atık maddenin kirlettiği tozlu yolda ilerlerken nereden nereye geldiğini düşünüyordu. Aklı ta çocukluğuna gitti. Babası ile annesinin elinden tutarak ilkokula başladığı ilk gün, yolda rastladıkları tanıdıklarına, ”amcası, bizim oğlan okuyup doktor olacak” diyerek, kendisine, arzuları doğrultusunda yön vermeye çalıştıklarını anımsadı.Okulun ilk gününden itibaren derslerine çok sıkı sarıldı. İlkokulu her yıl taktir belgesi alarak tamamladı. Okumayı çok seviyordu. Eğer, Milli Eğitim Bakanlığı’ nın o yıl uygulamaya koyduğu, ‘alan seçmeli eğitim’ denemesi gibi şanssız bir döneme rastlamasaydı ailesinin istediği gibi ya doktor olurdu ya hakim. Ama kötü kader bu ya, ortaokul ile liseyi yeni uygulamaya konulan programa göre okudu.Alt yapısı yeterli olmayan bu uygulama yüzünden, bazen dersleri boş geçti,bazen de istediği dersleri yeterli yoğunlukta alamadı.Lise sonunda girdiği üniversite sınavında ancak dokuzuncu tercihi olan jeoloji mühendisliği bölümünü tutturabildi.Aslında bu bölüm hiçte istediği bir alan değildi.Buna rağmen, üniversiteye giremeyen yüz binlerce gence göre kendini şanslı sayarak kazandığı bölüme girdi ve başarı ile okulunu bitirdi.

Asıl sorun da okul bittikten sonra başladı.Aldığı eğitimle ilgili olduklarını düşündüğü birçok kamu kuruluşundan iş isteminde bulundu. Uzun süre umutla bekledi. Hiç birinden olumlu bir yanıt alamadı. Aradan iki yıl geçti. Boş gezmek onuruna dokunuyordu. Yirmi beş yaşını geride bıraktığı bir çağda, babasından para ister durumda olmaktan utanıyordu.Bir iş bulmalıydı.Nasıl olursa olsun,bulabileceği herhangi bir işin, tüm sıkıntılarını sona erdireceğini umuyordu. Her gün tüm gazetelerin iş ilanlarını taramaktan usandı.Yaşadığı şehirde iş için çalınmadık kapı bırakmadı, İki yıl böyle işsiz, huzursuz ve gelecekten biraz daha umutsuzluk duyarak geçti. Nihayet, Milli Eğitim Bakanlığının, üniversite bitiren herkese öğretmenlik hakkı verileceği şeklindeki ilanını duyunca, yüzünde ve gönlünde yediveren güller açtı.Aslında Hidayet, öğretmen olmayı aklının köşesinden bile geçirmemişti. Öğretmenlik O’ na göre bir meslek değildi.Bu mesleğe karşı içinde en küçük bir ilgi yoktu. Ne yazık ki içinde bulunduğu işsizlik ortamında,bir öğretmen olabilmek de boş gezmekten iyi sayılırdı.İki yıldır boş gezmek canına tak etmişti.İstemediği bir meslek olmasına rağmen öğretmenlik için başvuruda bulundu.Aradan çok geçmeden ataması yapıldı. Şimdi bir iş sahibi olmanın verdiği mutlulukla, atanmış olduğu okulla ilgili bilgi almak üzere Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gidiyordu.

Elindeki çanta fazla ağır olmasa da bu aşırı sıcakta Hidayet’i yoruyordu.Ağrıyan kolunu dinlendirmek için her on beş yirmi adımda, bir elinden diğerine aktarıyordu.Yolun bir tarafını boydan boya kaplayan yüksek duvarın, kapı ile kesildiği noktada durdu.Bahçenin raylı demir kapısı yarı aralık duruyordu.Müdürlüğe ait binanın önünde birkaç otomobil vardı.İnsanların geçişlerini engelleyecek ölçüde birbirlerine yakın park edilen iki aracın arasından güçlükle geçti. Renkli mozaik kaplı ve beş basamaktan oluşan merdivenleri tırmanırken içerisinde kıpırdanmaya başlayan kuşkuları bastırmaya çalıştı. Salonda O’ nu serin bir hava karşıladı. Bir süre soluklandı.Terden sırtına yapışan gömleğinin yakasını gevşetti. Cebinden çıkardığı beyaz bir mendille alnında biriken ter damlacıklarını kuruladı.Karşısındaki kapının üzerinde ‘müdür’ yazıyordu. Ceketinin düğmelerini ilikledi, kapıyı iki kez tıklatarak içeri girdi.

On dakika sonra,tüm benliğini saran tedirginlikle girdiği kapıdan,morali sıfırlanmış olarak geri çıktı. Atandığı köyün konumu ve doğal şartları hiç hoşuna gitmemişti. Gerçekten de çalışacağı köyün şartları, tam bir öğretmenlik ideali ve eğitimi almamış birinin kaldırabileceği türden değildi.Hidayet’e göre köyün çekilemez özelliklerinden birincisi,ilçe merkezine olan uzaklığı idi.İlçe merkezine kırk kilometre uzaklıkta bir dağ köyü idi.Arabası yoktu. Tek öğretmen olarak beş sınıfı bir arada okutmak zorundaydı.İki yıldır uygulanan taşımalı eğitim sistemi gereğince, köyün öğrencileri, başka bir köy okuluna gidip geliyorlardı. Aradan geçen iki yıldan sonra okulun yeniden açılmasına karar verilmişti.İki yıldır öğretmensiz ve öğrencisiz olan okul binası kim bilir ne durumdaydı.Müdürden bu bilgileri öğrenen Hidayet’te elbette moral sıfıra inmişti. Henüz yolun başında ve hiçbir öğretmenlik bilgisi ve deneyimi olmayan birisinden, bu zor koşullar karşısında paniklemekten başka ne tepki beklenebilirdi? Oysa bu genç öğretmen adayının duydukları,göreceklerinin ve yaşayacaklarının yanında hiç kalırdı.Ama bunu henüz Hidayet bilmiyordu.

Hidayet,atandığı Kaleönü köyüne beş kilometre uzaktan geçen yolun sapağında, dolmuştan indi. Araba, son seçimlerden önce belediye olmaya hak kazanmış bir başka yerleşim birimine aitti.İndiği bu noktadan itibaren, köye kadar yürümek zorundaydı.Evlerinden ayrıldığından beri yanında taşıdığı çantaya, ikide yiyecek poşeti eklenmişti. Arabadan indiği noktada durarak bir süre çevreyi inceledi.Arazi güney yönünde dalgalı bir düzlük halinde uzanırken, kuzeyde oldukça yüksek dağ sıraları ile kesiliyordu. Hidayet’ in çalışacağı köy,kuzeydeki dağların eteğinde ıklım salkım görülebiliyordu. Beklemek zaman kaybı demekti.Bir an önce köye ulaşmasını iyi olacağını düşündü. Bir eline çantayı, diğer eline de yiyecek torbalarını alarak dağlara doğru yürüdü.

Köy yolu dar ve toprak zeminliydi. Henüz kum bile serilmemişti. Toprak susuz yaz boyunca,üzerinden gidip gelen araçların ezmesi sonucu un gibi incelerek kabarmıştı. Hidayet’in her adımında havaya yoğun bir toz kalkıyordu. Boyasız olarak bir gün bile giymeye dayanamadığı ayakkabıları çoktan renk değiştirmişti. Hidayet’in bunları düşünecek ne bilinç duruluğu ne de zamanı uygundu. Şu an bir bilinmeyene doğru yol alıyordu. Kendisini, yeni keşifler yapmak için yollara düşmüş gezginlere benzetiyordu. Gerçekten de O, bir kaşif sayılabilirdi. Çünkü içinde bulunduğu ortam da dahil gördüğü ve göreceği her şey Hidayet için birer ilklerden ibaretti.Köyü,köylüyü, toprağı ilk defa bu kadar yakından görecek ve tanımaya çalışacaktı. Köy okulunu, öğrencisini, öğretmenliği öğrenecekti. Tozlu yolu düşünmeye zamanı uygun değildi. Şu an kafasını dolduran onlarca bilinmeyenle yüz yüze gelecek olmanın karmaşıklığı vardı.

Köye yaklaştıkça dikleşen yolda ilerlemek için daha çok çaba harcıyordu.Ellerinde taşımakta olduğu eşyaların ağırlığı her adımda daha da artıyor gibiydi.Yürümeye başladığında pantolon paçalarında ortaya çıkan renk değişikliğinin, tüm elbisesine yayılmakta olduğunun ayırtına varmadan ilerlemeye devam ediyordu.O’ her adımda biraz daha yaklaşmakta olduğu köyü incelemekle meşguldü.Köy evlerinin tümü güneydoğuya özgü yapılardı.Siyaha yakın koyu renkli taşlar,samanlı toprak harçla tutturularak duvar örülmüş, daha sonra üzeri kalın çorak toprakla kapatılmıştı.Evlerin pencereleri dar ve uzun uzundu.Küçük bir dere yatağı köyü ortadan ikiye ayırmıştı.Sırtını çıplak ve birden bire yükselen dağlara yaslamış olan köy evlerinin bittiği yerde,ötekilerden farklı olduğu ilk bakışta belli olan bir bina vardı. Üzeri toprak damlı değil, kiremit çatılıydı.Hidayet içinden’ orası okul binası olmalı,’diye geçirdi.Köyü ikiye ayıran derenin tabanında az da olsa su olduğu görülüyordu.Bu yılki kadar kurak geçen bir mevsimde kurumadığına göre güçlü bir kaynaktan beslendiği ortada idi.Akarsu bulunmasına rağmen köy içerisinde ve çevrede görülen birkaç dut ağacı dışında yeşil alanların olmaması şaşılacak bir durumdu.Köye uzanan yolun çok uzaklarında kalan dar bir ağaçlık alanın, yeni yetiştirilmekte olan fıstık ağaçlarından oluştuğunu, çok sonradan öğrenecekti.

Köy terkedilmiş gibiydi.Uzaktan hiçbir yaşam belirtisi göze çarpmıyordu. Sokaklarda oynayan çocukların bile olmaması dikkat çekiciydi. Hidayet, köyün ilk evlerine ulaştığında ‘önce muhtarı bulmalıyım’ diye düşündü. Evler arasında ilerlerken en büyük korkusu, başı boş köpeklerin beklemediği bir anda saldırısına uğramaktı. Bu korku her adımda artmaya başladı. Her evin önünden geçerken, bir azgın köpeğin üzerine atılacağı duygusuna kapılıyordu. İki eli de dolu olduğu için kendini tamamen savunmasız hissediyordu. İçerisindeki köpek korkusu tam bir paniğe dönüşmek üzereyken ileride, dere kıyısındaki büyük bir dut ağacının altında oturmakta olan insanları gördü. Hiç tanımadığı bile olsa, bir takım insanlar görmenin, kendisini bu ölçüde rahatlatabileceğini asla düşünmemişti.Adımlarını daha güvenli atmaya başladı.Ağacın altında gölgelenmekte olan köylüler de kendilerine doğru gelen yabancıyı fark etmişlerdi.İlgi ve merakla Hidayet’e bakıyorlardı.Hidayet,tam yanıbaşlarında durdu ve selam verdi. Oturanlar tanımadıkları yabancıyı ayakta karşıladılar. Elindeki eşyaları yere bıraktı. Kolları omuz başlarından itibaren sızlıyordu. Elinin parmakları yumuk yumuk kalmışlardı.Zorlukla hareket ettirebiliyordu. Elini cebine sokarak mavi şeritli beyaz bir mendil çıkardı,alnında biriken ter damlacıklarını sildi.Köylüler, Hidayet’e oturdukları düz ve pürüzsüz taş üzerinde yer gösterdiler. ’Buyur, otur’ dediler. Hidayet yorgundu. Hiç nazlanmadan kendisine gösterilen yere oturdu. “Ben Hidayet Tunç,” dedi. “Köyünüze yeni atanan öğretmenim.” Köylüler yeni öğretmeni tepeden tırnağa incelediler.Hem de incelediklerini hiç saklama gereksinimi duymadan yaptılar bu işi.Hidayet,insanların böylesine ilgi odağı olmasından sıkıldı.O’da bakışlarını yanındakiler üzerinde dik dik dolaştırdı.Konuşarak dikkatlerini başka yöne çekebileceğini düşündü. “Muhtarı görmem gerek,içinizden birisi bana muhtarı çağırabilir mi?” Diye sordu.Başında iri siyah benekli puşisi,sırtında beyaz entariye benzeyen giysisi olan sakallı adam yanıt verdi. “Muhtar köyde değil,belki akşama döner.” “Öyleyse,” dedi Hidayet, “okula kadar bana yol gösterebilir misiniz?” İçlerinden en genç olanı fırlayıp ayağa kalktı. “Buyur hoca efendi,ben okulu göstereyim.”Dedi.Hidayet, oturduğu taştan güçlükle kalktı.Sert kaya kütlesi O’na yumuşacık bir koltuk kadar çekici gelmişti.Gençköylü Hidayet’ten önce davranarak yiyecek torbalarını aldı.Hidayet, sızlayan bacaklarını zorlayarak kalktığı yerden çantaya uzandı.Genç önde ,Hidayet arkada, dere kıyısını izleyen yoldan, yukarı doğru yürüdüler.

Köyün son evini de geride bıraktıktan sonra, çok dik ve dere yatağını takip eden patikayı izleyerek bir düzlüğe ulaştılar.Okul bir anda karşılarına çıktı.Yer yer yıkılmış taş duvarlı bahçe kapısı,geniş bir boşluktan ibaretti.Kapanabilir herhangi bir nesne yoktu.Yalnızca bir zamanlar var olduğu,yanlarda hala varlıklarını sürdürebilmiş paslı iki demir borudan belliydi.Boruların üzerinde görülen kaynak kalıntıları kapının ne olduğu hakkında bir ipucu verir gibiydi.

Hidayet öğretmen dikkatle okul binasını inceliyordu.Taş duvarlı ve beşik tablalı binanın giriş kapısı yarı aralıktı.Dersliklerin pencere camlarını korumak için yapıldıkları düşünülen tahta kepenklerin, yarı yarıya parçalanmış oldukları görülüyordu.Çatını üzerini örten kiremitlerin araları yer yer açılmıştı.Kiremitlerin altından çürüyen beşonların kalıntıları açığa çıkmıştı.Ağır adımlarla binanın giriş kapısına yürüdüler.

Giriş kapısının ortasında kocaman iki delik açılmıştı.Kapıların takılı olduğu kalın kasa direklerinin alt uçları çürümüştü.Dersliklerle yönetim odasının kapılarının yer aldığı küçük salonda bulunan ve üzerlerine yangın söndürme aletlerinin konulduğu sehpalar darmadağınıktı.Sehpaların üzerinde yada çevrede yangın söndürmede kullanılabilecek herhangi bir alet görünmüyordu.Yangın çengellerinin,kazma ve küreklerin yerleştirilmeleri için duvarlara çakılan büyük beton çivilerinin yerinde kocaman çukurlar oluşmuştu.Hidayet,hayalinde tasarladığı ve gönlünden geçen özelliklere sahip bir okul bulamamanın, korkunç hayal kırıklığını yaşıyordu.O,yaşadığı şehirlerde görmeye alışık olduğu bahçesi,derslikleri ve diğer tüm bölümleri ile pırıl pırıl bir okul bulmayı düşlemişti.Oysa karşısında duran bina bir okuldan çok,yıllarca önce terk edilerek yıkılmaya yüz tutmuş bir viraneden farksızdı.

Dersliklerin durumu daha da iç karartıcıydı.Tabanında görülen hayvan pislikleri,burasının gerçekten bir ahır olarak kullanıldığının açık ifadesiydi.Gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu.Şaşkındı,üzgündü.Beyni uyuşuyor ve düşünme yetisini yitiriyordu.Midesinde müthiş bir bulantı vardı.Yıkılmıştı.Beş kilometre uzakta arabadan indikten sonra, ellerinde taşıdığı ağır yüke rağmen, içini dolduran tatlı heyecanla yol almış, başı ve omuzları dik yürümüştü.Şimdi ise yorgundu,yılgındı.Omuzları çökmüştü.Karşısındaki manzarayı görmemek için gözlerini kapattı.Kendini bir düş ortamında olduğuna inandırmaya çalıştı.Gerçek hayatta asla böyle bir şey olamazdı.O, biraz sonra gözlerini açtığında,gördüğü kötü bir düşten sıyrılacak,kendisini hep hayal ettiği pırıl pırıl bir okulun içinde bulacaktı.Hidayet,her ne kadar kanayan ruhunu kandırmaya çalışsa da içinde bulunduğu ortam gerçeğin tam kendisiydi.Nitekim umutla gözlerini açtığında bulunduğu yerin gerçekleri yüzünde acı bir şamar gibi patladı.Daha fazla bulunduğu ortama dayanamayacağını anladı.Dışarı koştu.

Hidayet’in bu duruma düşmesi çok doğaldı.Çünkü O,bir öğretmen değildi.Bir öğretmenin atandığı köyde, nelerle karşılaşabileceği konusunda, hiçbir ön bilgiye sahip değildi.Gideceği yerlerde karşısına çıkabilecek olumsuz koşullar ne boyutta olursa olsun, asla yılgınlığa düşmemesi gerektiği beynine işlenmemişti.Aldığı öğretmenlik eğitimi boyunca önüne çıkabilecek, her türlü olumsuzlukları yenme azim ve kararlılığı kendisine kazandırılmamıştı.Hangi metot ve yöntemlerle bu güçlüklerin üstesinden gelebileceği konusunda eğitilmemişti. O,Ne çevresindeki insanlarla olan ilişkilerini geliştirmek için izleyeceği yolu biliyordu ne de eğitim öğretim metotlarını.Bir jeoloji mühendisinden, nasıl olurda çocuk eğitiminden anlaması beklenebilirdi? Hidayet, atandığı öğretmenlik mesleğinin incelikleri konusundaki yetersizliğinin çok iyi farkındaydı.O, yalnızca bir iş sahibi olabilmek için bu mesleğe talip olmuştu.Yani zoraki bu işe yönelmişti.Hidayet tüm bunları biliyor ve seziyordu da asıl onun gibileri öğretmenliğe atayanlar ne yaptıklarının farkında değillerdi.Öğretmenliği sıradan bir iş olarak görmeseler bir üniversite bitiren herkesi bu kutsal mesleğe alırlar mıydı?

Hidayet, okulun diğer bölümlerini görmekten vazgeçti.Gördükleri,atandığı okul hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmasına yetmişti.Şu an hiçbir şey düşünemiyor,düşünmek de istemiyordu.İçinde kopan fırtınayı dindirmenin yollarını arıyordu.Gördükleri yüzünden karamsarlığın son sınırına ulaştığı ruh hali ile kendini, buraya gelmekle iyi mi,kötü mü yaptığının eleştirisini yapmaya zorluyordu.İnsanın hiç bilmediği bir işi,kültürlerini ve yaşam felsefelerini hiç tanımadığı yabancı insanlar arasında yapabilmesi mümkün olabilir miydi? Böylesi bir görevlendirmenin, savaş yöntemleri konusunda en küçük bir bilgiye sahip olmayan birisini devam eden bir savaşın ön saflarına göndermekten ne farkı vardı? Böyle bir görevlendirme ile cephenin önüne sürülen kişinin düşmanın ilk saldırısında yok vurulup yok olacağı açık ve kesin değil miydi?Hidayet, şu an içinde bulunduğu durumu aynen böyle değerlendiriyordu.

Bahçeye çıktığında derin derin soluklandı. Kendisine eşlik eden gençle tek kelime bile konuşmamıştı. Susmak giderek O’ nu bunalıma sürüklüyordu. Açılması için konuşmaya gereksinimi vardı. Birileri ile konuşmasının, karşılaştığı görüntülerin ruhunda yarattığı fırtınaları bir parça dindirebileceğine inanıyordu. Çenesini zorlayarak kendini konuşmaya uyarlamaya çalıştı. “Burada nasıl ders yapılıyor? Binanın iyi bir bakım ve onarıma ihtiyacı var.” Dedi. Genç, ”iki yıldır öğretmen yoktu. Çocuklar başka bir köy okuluna gidip geliyorlardı.O yüzden okulumuz bakımsız kaldı. Artık siz iyi bir bakım yaparsınız.”Dedi. Genç adamın son sözleri ,Hidayet’in beynine bir balyoz gibi indi.Nasıl da kolay söylüyordu? “Siz iyi bir bakım yaparsınız” da ne demek oluyor? Ne ile,kimlerle ve hangi para ile onarım yapacaktı?Okulların açılmasına bir haftalık bir zaman kalmıştı. Bu kadar kısa bir sürede ,bu kadar iş nasıl yapılabilirdi? Bu binanın tamir edilmesi ve içerisinde eğitim yapılabilecek bir duruma getirilebilmesi için en az bir aylık zamana ihtiyaç vardı.Asıl büyük sorun bu iş için ayrılmış paranın olmaması idi.Köy bütçesinden alınabilecek yüzde onluk pay ile dersliklerden birinin camları bile zor tamir ettirilirdi.Bunları düşündükçe kulaklarını sağır eden uğultu artıyordu.Benliğini sarmakta olan ikilemin paniklemeye dönüşmesine fırsat vermemek için bulundukları ortamı terk etmesi gerektiğini anladı.Kendini hızla okul bahçesinin dışına attı.

Jeolog öğretmen Hidayet Bey yılgındı,yorgundu.Bu işi başaracağına olan inancı hepten yok olmak üzereydi.İç dünyasında başlayan sorgulamanın etkilerini dışa yansıtmak istemese de yüzünde beliren karamsarlık, gerçek duygularını ele veriyordu.Artık öğretmen olmayı istemekle büyük bir hata yaptığını daha iyi anlıyordu.Ama iki yıldır boş gezmesi de çekilir bir durum değildi.Bomboş dolaşmak O’nu canından bezdirmişti.Bir iş sahibi olmanın kendisine büyük bir mutluluk vereceğini ümit etmişti.Büyük bir özveri ile kendisini okutan anne ve babasına daha fazla yük olmaktan kurtulacak,toplum içindeki itibarı artacaktı.En çok da bu yüzden öğretmenliğe başvurmuştu.Oysa artık aynı düşüncede değildi.Hiç bilmediği, hatta sevmediği bu işe kalkışmakla ne büyük hata ettiğini apaçık görebiliyordu.Bu koşullarda ne öğrencilerine ne köylülere ne de kendisine bir yarar sağlayabilirdi.Ayrıca hiç hak etmediği bir ücreti almak vicdanını yaralayacaktı.O bunu istemiyordu. Çalışarak hak ettiği parayı almak istiyordu.Bu meslekte asla alacağı ücretin karşılığını veremeyeceğini anlamıştı.Öyleyse ne yapmalı,nasıl bir çıkış yolu izlemeliydi?Akla gelen en doğru ve mantıklı çözümün bu işten vazgeçmek olduğu fikri ağır basıyordu.Derhal istifasını vererek,buraya işinin ehli birinin gelmesine fırsat yaratmasının en doğru hareket olacağını düşünüyordu. Bunun her bakımdan doğru bir seçenek olacağını kabul etmesine karşı, içerisinden bir başka ses, eski işsiz durumuna dönmekle, kimlere neler kaybettireceğinin hesabını da iyi yapması gerektiğini söylüyordu. Bu işi bıraktığı zaman baba evine geri dönecek, gene iş aramalara başlayacak ve elbette bulamayacak,gene babasından cep harçlığı almak zorunda kalacaktı. Çevresindeki insanlara, bunca okul yolu çiğnemiş olmasına karşı, neden hala işsiz gezmek durumunda olduğunu anlatmaya çalışacaktı.Gerçek dostlarının, O’nun bu haline üzüldüklerini ifade eden hüzünlü bakışları yanında,sahte dostlarının, içten içe kıs kıs gülerlerken, yalancıktan üzülüyorlarmış gibi davrandıklarına katlanmak zorunda kalacağını iyi biliyordu.Yani ne işten ayrılması durumu kurtarıyordu ne de işten ayrılması.Sonunda,öğretmenlik yapıp yapmayacağına, bir süre denedikten sonra karar vermesinin en çıkar yol olduğunu kabul etti.

Hidayet bir masal aleminde yaşıyor gibiydi.Akşam,köy muhtarının iki odalı daracık evinin bir köşesinde,günlerdir nedeni bilinmeyen elektrik kesintilerinden dolayı yanmayan armut tipli ampullere şaşkın şaşkın bakarak oturuyordu.Gaz lambasından yayılan zayıf sarı ışıkta,çevresinde olup bitenleri görmekte zorlanmaktaydı.Odada muhtardan başka iki yaşlı insan daha vardı.Bunlardan biri muhtarın babası,diğeri bitişik ev komşuları idi.İlk karşılaşmaları sırasında , zorunlu olarak sarf edilen karşılıklı hal hatır sorma faslından sonra, konuşulacak ortak bir konu bulamadıkları için, suskun bir halde birbirlerini seyrediyorlardı.Hidayet bulunduğu ortama o kadar yabancı idi ki çevresinde gördüğü her şey O’nu şaşırtıyordu.Zaman zaman gözlerini odanın tavanına dikiyor,bakışlarını bir noktada sabitleyerek,dalıp gidiyordu.Bir duvardan diğerine uzanan,simsiyah yuvarlak ağaçların,üzerlerini örten kalın toprak tabakasının ağırlığına nasıl dayanabildiklerine akıl erdiremiyordu.Odayı bir metre genişliğinde ve boydan boya kapatan tahta divan üzerine serilmiş büyük minderlere bacaklarını upuzun uzatarak oturmuş bir vaziyette, fazla rahatsız etmemeye özen göstererek,yaşlı insanları inceliyordu.Yaşlarının yetmişin bir hayli üzerinde olduğunu tahmin ettiği bu insanların,böylesine olumsuz koşullarda, bu kadar uzun yaşayabilmelerinin sırrını sorguluyordu.

Muhtar, otuz beş yaşlarında, orta boylu ve kilolu biri idi. Hidayet’le tanışmasının üzerinden epey bir zaman geçmiş olmasına rağmen ağzından çok fazla söz çıkmamıştı. Konuşkan biri değildi.Hidayet öğretmenin, okul binasının öğretime hazırlanması konusunda yaptığı akılcı önerileri,çokta ciddiye almadığını anlatan bir tavırla dinlemişti.Bu konuda, kendisinden fazla bir şeyler beklememesini ima eden sözler sarf etmişti.Okul açıldıktan sonra öğrencilerle bu işlerin üzerinden gelebilecekleri yönünde görüş belirtmişti.Halbuki okul binası o kadar perişan bir durumda idi ki öğrencilerle bir düzene sokulabilmesi mümkün değildi. Muhtar ya okulun son durumunu bilmiyor ya da işi çok hafife alıyordu.

Saat ona geliyordu.Yaşlıların birbirlerine bakarak durmadan esnemeleri, Hidayet’in de uykusunu getirmişti.Muhtar,evlerinin darlığını ileri sürerek Hidayet’i komşusunun konuk edeceğini bildirdi.’Hayırlı geceler’ dilekleri ile kalktılar.Hidayet öğretmen yaşlı komşunun kendisini konuk etmek üzere bu saate kadar beklediğini yeni anladı.Yaşlı adamı izledi.Dışarıda gece serinliği çıkmıştı.İnsanın içini ferahlatan bu serinlik, Hidayet’e kısa süreli de olsa, yaşama sevinci tattırdı.

Ortalık son derece sessizdi.Ne bir insan sesi ne de bir köpek havlaması vardı.Vaktini şaşırıp er öten horoz sesi de duymadılar.Gecenin insana huzur veren sakin havasını bozan tek ve monoton ses, dere kenarında ki kurbağaların sesleriydi.Köy evleri derin bir uykuya dalmış gibiydiler. Yalnızca muhtarınkine bitişik olan evin penceresinden zayıf bir ışık yansıyordu.Hidayet’i konuk edecek yaşlı adam, cebinden çıkardığı anahtarla, evlerinin kapısını bir hayli zorlanarak açtı.Hidayet adım adım ihtiyarı izliyordu.Bir odadan içeri girdiler. Adam, fitili kısılmış gaz lambasının ışığını çoğalttı. Odanın ortasına serilmiş iki ayrı yatak vardı.Biri tahta sedire diğeri karşı duvara yakın duruyordu. Hidayet duvara yakın duran yatağı tercih etti.Kendini çok yorgun ve bitkin hissediyordu. Çabucak elbisesini çıkarttı,geceliğini giydi.Kalın yorganın altına girerek bolu boyunca uzandı.Yorganı kafasını gizleyecek kadar yukarı çekti. Kendinin içinde bulunduğu ortamdan çok uzaklarda olduğunu inandırmaya zorladı. Bir süre bunda başarılı olamadı. Düşünceye daldı.Sıkı sıkıya kapattığı gözlerinde, son birkaç günün olayları yeniden canlandı.Gözüne takılan kareleri tek tek yeniden yaşadı.Aslında bir an önce uyumasının kendisine iyi geleceğini biliyordu. Huzur dolu bir uyku hem bedenini hem de ruhunu dinlendirecekti. Birden bire kesin kararını verdi. Şu an kafasına üşüşen her ne varsa tümünü silecekti. Çok geçmeden kafasının içi gecenin karanlığı ile uyuştu. Kendini boşlukta uçuyormuş gibi hissediyordu. Ruhunu ve bedenini uykunun sıcak ve her şeyi yutan kollarına attı.

Güzel düşlerin süslediği uykusundan uyandığında uzunca bir zama nerede olduğunu anımsamaya çalıştı.Çevresine şaşkın gözlerle bakındı.Hiç tanımadığı bu ortamda ne işi olabileceğini düşündü.Yoksa henüz uykuda mıydı?Hala düş mü görüyordu.Sonunda anımsadı her şeyi.Yanındaki yatakta kendisiyle birlikte geceleyen ihtiyarı aradı gözleri.Yatak boştu.Yerinden doğruldu,alışık olmadığı çabuklukla elbiselerini giyindi.Kafasında şimşek gibi çakan bir düşüncenin yeline kapılmıştı.Her şeyi olduğu gibi bırakarak mümkün olduğunca uzaklara kaçmak ve içinde bulunduğu bu çevreden uzaklaşmak istiyordu. Ne kadar hızlı hareket etmeye uğraşsa da eli ayağına dolaşıyor, sırtından çıkardığı gecelikleri bir türlü çantasına yerleştiremiyordu. Güçlükle kapattığı çantadan sonra da kravatını bağlamaya uğraştı. Çözüyor bağlıyor, tekrar çözüyor, bir türlü düzgün bir şekil veremiyordu. Sinirlendi, kravatı topakladığı gibi ceketinin cebine soktu. Kafasında yeşeren ve içinde bulunduğu bu çevreden, bir an önce uzaklaşma fikrinden vazgeçmesini önerecek akılcı yaklaşımlara fırsat vermeden, gitmesi gerektiğini düşünüyordu.Ancak, henüz giymemiş olduğu çoraplarını giymek üzere divana oturduğunda,aldığı kararın yanlış olduğunu ileri süren karşıt fikirler belirdi kafasında.Hareketleri yavaşladı.Tekini giydiği çorabın diğer eşi elinde kaldı.Öylece oturdu bir zaman.Çıkmaz bir sokakta gibiydi.İçinden, bağırarak kaderine isyan etmek geliyordu.Avazı çıktığı kadar yüksek sesle ağlamamak için kendine güçlükle engel olabildi. Gözlerinde biriken yaşlardan göremediği çorabının tekini ters giydi. Dışarı çıktı. Odanın kapısının önünde su dolu bir ibrik duruyordu.Avlunun uzak bir köşesine çekilerek yüzünü yıkadı. Serin su iyi gelmişti. Sinirlerinin yatıştığını hissetti.

Kahvaltıda,yutmakta güçlük çektiği için yemek borusuna sıralanan lokmaları, bir bardak suyun yardımı ile midesine gönderdi. Bir gün önce yaşadıkları ver gördükleri olumsuzlukları bir türlü kafasından atamıyordu. Sanki aylardan beri büyük sıkıntılarla kıvranıyormuş gibiydi. İçini dolduran karamsarlıktan kurtulamıyordu. Yirmi dört saatlik bir zaman diliminin bu kadar uzun olabilmesine şaşıyordu.Kahvaltı sofrasında boş boş oturmanın bir anlamı yoktu. Kendisini ağırlayan ev sahibine teşekkür ederek okulun yolunu tuttu.

Yolda kendi kendine konuşmaya başladı. “İnsan bu kadar negatif düşünceli olmamalı canım.Olaylara bu denli olumsuz yaklaşmanın ne anlamı var?Sanki bu durumda olan yalnız ben miyim?Benimle ataması yapılan binlerce öğretmen adayı da aynen benim yaşadıklarımı yaşıyordur.Belki benimkinden daha güç koşullarla karşılaşmışlardır.Kendimi bu kadar karamsarlığa kaptırmam doğru değil.Elimden ne gelirse yapamaya çalışmalıyım.Neden kendimi bu denli aciz görüyorum.Haydi oğlum Hidayet ,kendini topla,bir an önce işe başla.” Kendi kendine yaptığı konuşma iyi geldi.Bozuk olan moralinin düzelmekte olduğunu duyumsadı.Okulun bahçe kapısından içeri girerken, sırtından ağır bir yük kalkmış gibiydi.

Okulun dersliklerinin ne halde olduklarını bir gün önce görmüştü.Şimdi öğretmen lojmanının durumunu öğrenmek istiyordu.Muhtarın kendisine teslim ettiği bir sürü anahtardan birini seçerek lojmanın kilitli kapısını açtı.Pencerelerin kepenkleri kapalı olduğu için içerisi karanlıktı.Bir süre gözlerinin karanlığa uyum sağlamasını bekledi,sonra dikkatli adımlarla içeri yürüdü.Karşı odanın kapısı aralıktı.Pencereyi kapatan tahta perdenin aralıklarından içeri güneş ışığı sızıyordu.Doğru pencereye yürüdü.Önce pencerenin çerçevesini, sonra kepengin iki kapağını birden açtı.Oda,bir anda aydınlandı.Odanın genel görünümü fena sayılmazdı.Dersliklerde gördüğü dağınıklık ve pislik yoktu.Duvarları yani badana yapılmış gibi tertemizdi.Taban tahtalarının verniği bile düzgün görünüyordu.Dersliklerin perişanlığından sonra lojmanın temizliği içini ferahlattı.Bu kadar çok olumsuzluklardan sonra olumlu bir şey bulabilmek bozulan moralini bir ölçüde düzeltti.Lojmanın öteki bölümlerini de gezdi.Hiç bir sorun yoktu.Öğretmen atamasının yapılmadığı iki yıl boyunca kapısının hiç açılmadığı belli oluyordu.Son oturan öğretmenler nasıl bırakmışlarsa aynen duruyordu.Lojmanın oturmaya uygun olduğuna sevindi.Son olarak mutfağı ve tuvaleti de kontrol etti. Dışarı çıkmadan önce açtığı pencereyi kapatmak üzere ilk girdiği odaya yöneldi.Açık pencereden nasıl bir manzara görülebildiğini anlamak için karşıya baktı.Pencerenin tam karşısında köy mezarlığı duruyordu.Birden tüm bedeni ürperdi.Düzelmeye yüz tutan morali sıfırladı.Mezarlıklar oldum olası Hidayet’i korkuturlardı.Nedenini bilmediği ve çoğu zaman kendinden bile gizlediği mezarlık korkusunu bir türlü içinden söküp atamamıştı.Şimdi kalacağı lojmanın elli metre ilerisinde bir mezarlığın bulunmasına, nasıl tahammül edebileceğini bilmiyordu. “Eyvah ! “ Dedi,içinden. “Okul yapılacak başka bir yok muydu? Her saat,her gün ve her gece mezarlıkla nasıl yan yana kalabilirim?” Sabah yataktan kalktığında aklına gelen ,her şeyi bir anda bırakıp kaçma fikri, ikinci kez kafasında şakıdı.

Hidayet,kendi ailesine bile dar gelen muhtarın evinde, kısa bir süre dahi konuk olarak kalamayacağını daha ilk günde öğrenmişti.Dün gece kaldığı gibi bir evde kalmaktansa lojmanda kalmayı tercih ederdi.Ancak lojmanda kalabilmesi için de bazı eşyalara gereksinimi vardı.Yola çıkarken, en azından ilk hafta, muhtarın evinde kalabileceğini düşünerek, zorunlu birkaç parça giyim eşyası ve havludan başka bir şey getirmemişti.Bir an önce bu sorunu çözmesi gerektiğini düşündü.Durumu muhtara anlattı.Muhtar,Hidayet’in lojmanda kalma kararına hiç itiraz etmedi.Hatta kendi durumunu zora sokmadığı için sevindi.”Hoca durumun farkındasındır” dedi, “Benim ev dar,nüfus kalabalık,biz de sığmakta zorlanıyoruz.Mümkün olsa seni uzun bir zaman konuk etmek isterim.” Böyle konuşarak Hidayet’in gönlünü almaya çalıştığı belliydi. Konuşmasını sürdürdü. “Bizim evde kalabilmene olanak yok ama lojmana yerleşmene yardımcı olabilirim. Bizim yatak yorgan çoktur. Geri kalanları da köyden temin ederiz. Kendi eşyalarını getirinceye kadar idare edersin.”

Hemen o gün lojman temizlendi.Muhtarın evinden, bir kat yatak ile kıldan dokunmuş, siyah renkli bir kilim alındı.Köylülerden biri küçük piknik tüpü ile birkaç parça mutfak eşyası verdi.Köyün tek bakkalından da geri kalan zorunlu ihtiyaç malzemeleri alınarak eksikler giderildi.Elektrik kesintileri ile sıkça karşılaşıldığı için, on dört numara gaz lambası almayı da unutmadılar.Akşam olmadan öğretmen lojmanı içinde oturulabilir bir duruma getirilmişti.Hidayet köye geldiğinin ikinci akşamı kendi evine yerleşti.

Akşam kendisi ile tanışmaya gelen üç köy delikanlısını,gecenin geç saatlerinde evlerine uğurladı.Onlara, okulun bahçe kapısına kadar eşlik etti.Gece zifiri karanlıktı.Gecenin karanlığı Hidayet’in içine çöktü.Bir an içinden,tek başına kalmaktansa gençlerden birisini yanında alıkoymak geldi.Son anda bu düşüncesinden vazgeçti.Köylü, kendisini korkak biri olarak düşünebilirdi.Ayrıca lojmanda bir kat yatak vardı.Aynı yatağı hiç tanımadığı birileri ile paylaşmak doğru olmazdı.Sokak lambaları yanmasa da evlerin elektrikleri o gün gelmişti.Uzakta olsa,köy evlerinin pencerelerinden ve açılan kapı aralıklarından dışarı yansıyan parlak ışıklar,Hidayet’in gönlüne su serpti.Yitirdiği güven duygusunu tekrar kazanmış olarak eve döndü.Lojmanın dış kapısını özenle kapattı.Sürgü kolunu taktı.Oturduğu odanınki de dahil olmak üzere, tüm pencerelerin ve kepenklerinin kapalı olup olmadıklarını kontrol etti.Muhtarın evden gelen kalın yün yatağı açtı.Geceliklerini giymeye üşendi.Yalnızca ceketini çıkararak yatağa uzandı.Yorganı üzerine çekti.”Işığı söndürsem mi acaba?” diye düşündü.Evet evet, en iyisi söndürmekti.Işık yanık kaldığı sürece uyumakta zorlanabileceğini düşündü.Yatağın içerisinden uzanarak elektrik düğmesine çöktü.Odanın içi tam bir zindana döndü.Yorganı başını da içine alacak şekilde yukarı çekti.Gözlerini kapattı.Kendisini aydınlık bir ortamda ve bulunmaktan en çok zevk aldığı bir ortamdaymış gibi hayal etti.Şu an nerede ve hangi şartlarda olduğunu unutmak istiyordu.Kısa bir süre de olsa bunu başardı.Kendini,evlerinin geniş salonunda,kanepelerden birine uzanmış bir halde televizyon izliyormuş saydı.Tertemiz ve özenle döşeli salon O’na her zaman bir huzur vermişti.Ancak bu tatlı hayal uzun süre devam etmedi. Kafasında kurduğu doyumsuz düşler, bir anda yerini acı gerçeklere bıraktı. İzlemekten sonsuz bir zevk duyduğu film koptu. Kapalı gözlerinde ateş çingileri uçuşuyordu. Sanki güçlü bir ışık, özellikle yüzüne yansıtılıyormuş gibi bir hisse kapıldı.Birileri el fenerlerini Hidayet’in yüzüne doğrultmuş olabilirler miydi? Gözlerini açarak kafasını yorganın altından çıkardı. Yanılmıştı.Kesinlikle ışık yoktu. Tekrar yorganın altına sığındı.

Hidayet,içinde kaybolduğu zifiri karanlığın, tüm benliğini sarmakta olduğunu duyumsuyordu.Neden ve nasıl olduğunu anlayamadığı bir boşlukta yüzüyor gibiydi.Korkuyordu.Önceleri korku duygusunu bilinç düzeyine çıkarmamak için, olağan üstü bir çaba harcamıştı.Bir ölçüde bunu başarmıştı.Ancak giderek zayıflayan iradesi ,duyduğu korku hissinin bilinç, düzeyine çıkmasına engel olamıyordu.Korku, iradesini kemirirken bilinci duruluğunu yitiriyordu.Mantıklı düşünebilme yetisi yok oluyordu.Artan korkusu,bedeninde de bazı fiziksel değişimlere yol açıyordu.Vücudunun tüm tüyleri birer mızrak gibi dikelmişlerdi. Kulaklarında derinden gelen uğultular,çınlamalar vardı. Upuzun yattığı yorganın altında büzülmeye başladı. Kendi kendine “galiba aklımı kaçırıyorum” diye düşündü. Bu kötü ruh halinden bir an önce kurtulması gerektiğini biliyor ama ne yapması,nasıl bir yol izlemesi gerektiğini bilmiyordu. Ani bir sıçrama ile yataktan doğruldu.Elektrik düğmesine uzandı. İki harekette bulabildi düğmeyi.Aydınlığın kendisini rahatlatacağını ümit ederek düğmeye çöktü. Işık yanmadı. Bir daha denedi. Elektrikler gitmişti. Korkunun verdiği kızgınlıkla defalarca çöktü düğmeye. Sonunda düğmeye basmanın bir yararının olmayacağını anladı.Hareketlerinde artan bir panik havası vardı. Sanki birileri O’nun elektriğini kasten kesmişti.Yatarken çıkarıp yanına bıraktığı ceketine uzandı. ”Keşke ceketi de çıkarmadan yatsaymışım” diye düşündü. Şimdi bir de ceket aramak zorunda kalmayacaktı.El yordamı ile ceketi buldu. Cebinden çakmağı aldı. Titreyen parmakları ile çakmağı ateşledi. Odanın içi titrek ve kızılımsı bir ışıkla aydınlandı.Duvarda asılı duran gaz lambasına uzandı.Ellerinin titremesine engel olmaya çalışarak cam fanusu çıkardı ve fitili tutuşturdu.Cam fanusu kırmaktan korkuyordu.Camın kırılması demek sabaha kadar karanlıkta kalması demekti.Büyük bir özenle lambayı yerine astı.Fitilini yükseltti.Oda aydınlandı.Gaz lambasının sarı ışığı sanki Hidayet Öğretmen’in her hücresini birden aydınlattı.İçi güvenle doldu.Ellerinin titremesi gitti. Diken diken olan tüyleri yatıştı.Kalktı,kapalı kepenklerin aralıklarından dışarıya baktı.Köy evlerinde elektriklerin olup olmadığını anlamak istiyordu.Köy tamamen karanlığa gömülmüştü.Hiç ışık görülmüyordu.Bilincinin bulanıklığı azaldı.Sakinleşti.Tekrar yatağına uzandı.Artık karanlıkta kalmak istemiyordu.Artık karanlık bir ortamda sabahlayamayacağını iyice anlamıştı.Gözlerini, cankurtaran simidi gibi gelen gaz lambasına odaklayarak hayallere daldı.

Hidayet, yaşamı boyunca böylesine uzun bir gece geçirmemişti.Hatta kendisi yaşayarak görmemiş olsa, hiç kimse bir gecenin bu denli uzun olacağına O’nu inandıramazdı.Bir kâbusa dönen gecenin ardından doğan güneşi bu kadar sevebileceğini asla düşünmemişti.Toplamı üçer beşer dakikayı geçmeyen kesik uyuklamalarla geride bırakmayı başardığı gecenin, vücudunda yarattığı yıkıma aldırmadan ,yataktan sevinçle kalktı.Elini yüzünü dışarıda,güneşe bakarak yıkadı.Odasının kapalı olan kepenklerini ve pencerelerini açtı.İçeriye dolan güneş ışığının ruhuna yansıyan aydınlığında yatağını topladı.İlçeden aldığı hazır yiyeceklerden birkaç lokma yiyerek kahvaltısını yaptı.Çalışmasının kendisini huzura kavuşturabileceğini düşünüyordu.İstekle okula yürüdü.

Çalışması için birtakım araç ve gerece gereksinimi vardı.Okula en yakın evlerden çalgı süpürgesi ile kürek istedi.Önce dersliklerin bir düzene sokulması gerektiğini düşünüyordu.Birinci öncelik dersliklerdeydi.O’da buradan işe koyuldu.Dersliklerin tavanlarından sarkan örümcek ağlarını süpürmekle işe başladı.Ardından duvarların tozunu aldı.Ahır olarak kullanılmış olan derslik tabanlarının pisliğini temizlemek için büyük çaba harcadı.Kendisinin kullanmayı düşündüğü dersliğin temizliğine ayrı bir özen gösterdi.Nasıl olsa bir derslik kullanılacaktı. Diğer derslik, fazla sıraların ve ihtiyaç duyulmayan eşyaların konulacağı depo yerine kullanılabilirdi. Özenle temizlediği dersliğin, birkaç kırık pencere camını, öteki derslikten söktüğü sağlam camlarla değiştirdi. Parçalandıkları için bir işe yaramayacak duruma gelmiş olan kepenkleri birer çivi çakarak duvarlara sabitledi.Öğrenci sayısına yetecek kadar sırayı temizlediği dersliğe yerleştirdi.Masa ve sandalyelerin çoğu kırıktı.Okulun açılacağı güne kadar onları, elinden geldiğince tamir etmeye çalışacaktı. Tüm okulun badana yapılması gerekiyordu. Ancak şu an bu iş için gerekli olan ne kireç vardı ne fırça.Badana işini ileri bir tarihe erteleyerek, resmi kayıt dosyalarını düzenleme işine koyuldu.

Müdür odasının,düzensizlik yönünden dersliklerden geri kalır yanı yoktu.Yazılı evrak adına ne varsa tümü karmakarış olmuştu.Hiçbiri olması gereken yerde değildi.Kapakları açık kalmış olan resmi evrak dolabının içi,kalın kağıt tomarlarının atıldığı bir çöplüğe dönmüştü.Haritaların çoğu yırtılmış olarak yerlerde sürünüyordu.Fen Bilgisi afişlerinin çıtaları kopmuş,kağıtları kırış kırış olmuş bir halde üst üste yığılmışlardı.Hidayet,görev yapacakları okullar belli olmadan önce tabi tutuldukları ‘Eğitime Hazırlık Semineri’ süresince, kendilerine anlatılan,defter tutma ve dosyalama bilgileri ışığında,yönetim odasındaki tüm evrakları düzene sokabilmek için çok çalıştı.Önce dolabın içini dışını bir güzelce temizledi.Öğrenci gelişim dosyalarını raflara dizdi.Kütük defterlerinin sayfa sayfa tozunu aldıktan sonra dolabın alt gözüne yerleştirdi.Haritaların ve Fen Bilgisi afişlerinin yırtılan yerlerini yapıştırdı.Kenar çıtalarını yeniden raptiyeledi.Yaptığı çalışmalardan sonra müdür odası, içerisinde gönül rahatlığı ile oturulabilecek ve çalışılabilecek bir duruma gelmişti.Odanın kapısını kilitlerken, yüzünde iyi bir iş başarmış olmanın mutluluğu vardı.

Hidayet Öğretmen, köye geldiği ilk günden itibaren, köy halkından yakın bir ilgi görüyordu.Köylüler,ellerinden geldiğince öğretmenlerine yardımcı olmaya çalışıyorlardı.Hemen hemen her gün bir aile, Hidayet’i ya yemeğe evlerine çağırıyor ya da okula yemek gönderiyordu.Hidayet’in yiyecek sorunu yoktu.Zaman zaman Hidayet’in diğer işlerine de yardım etmek istedikleri oluyordu.Ancak evrak düzenleme işi köylü vatandaşa bırakılacak bir iş değildi.Gene de kağıt yapıştırmada,raptiyelerin çakılmasında,masa ve sıraların tamir edilip yerlerine taşınmasında çok yardımları olmuştu.Artık işler bir düzene giriyordu.

Yoğun bir çalışma temposu içerisinde geçen bir haftalık süre Hidayet’e yıllar kadar uzun gelmişti.Ne yaparsa yapsın, zaman zaman kafasına takılan ‘her şeyi olduğu gibi bırak git’ düşüncesi, giderek sabit bir fikir haline geliyordu.Tüm çabasına rağmen bu düşünceyi kafasından çıkarıp atamıyordu.Bu kadar yoğun çalışma ortamında bile,günde en az on kez, aynı düşünce şimşek gibi bir çakıp bir kayboluyordu.Bilhassa geçmek bilmeyen uykusuz ve korkulu geceler çekilmez bir hal almıştı.Lojmanda kalmaya başladığı yaklaşık bir haftalık süre boyunca,huzurlu bir uyku içerisinde geçirdiği saatlerin toplamı bir geceyi bile karşılamazdı.Uykusuz geçen gecelerin ardından, her şeyi unutmak için giriştiği ağır çalışma temposu, hem bedenini hem de ruhsal dengesini büyük ölçüde yıkıma uğratıyordu.Sık sık bilinci duruluğunu yitiriyordu.Her gecenin sabahında, yitirmekte olduğu ruhi yapısını yeniden kurmak için büyük bir çaba harcıyordu.Günün sona ermesini ve akşamın olmasını hiç istemiyordu.Güneş hiç batmasın,gecelerin karanlığı yeryüzüne hiç çökmesin istiyordu.Çünkü her akşam güneşin batışı, O’nun kabus dolu saatlerinin başlangıcını oluşturuyordu.Yaşam Hidayet için her ne kadar çetin olsa da zaman durmuyor,yoluna devam ediyordu.

Her yıl olduğu gibi, eylül ayının ikinci haftasının ilk çalışma günü okullar açıldı.Hidayet Öğretmen de açtı okulunu.İlk gün,okula kayıtlı olan kırk üç öğrenciden yalnızca on dördü okula geldi.Hiç biri okul önlüğünü giymemişti.Yanlarında ne kitap defter ne de okul çantaları vardı.Erkek öğrencilerin saçları uzun ve bakımsızdı.Kızların örgüleri dağılmış saçları daha kötü görünüyordu.Çocuklar, okula değil de sanki piknik yapmaya gelmiş gibiydiler.Meraklı bakışlarla öğretmenlerini inceliyorlardı.Hidayet öğretmen de en az çocuklar kadar hazırlıksızdı.Henüz hiçbir plan ve program çalışması yapmamıştı.Eğitime hazırlık kurslarında,kısa bir süre içerisinde kendilerine kavratılmak istenen eğitim ve öğretim planlaması konusunda hiçbir şey öğrenememişlerdi.Eğitim Fakültelerinde dört beş yıl boyunca ,hem de çoğu kez uygulamalı olarak öğretilen bir bilim dalını on günde öğrenmek mümkün olabilir miydi?Elbette mümkün değildi.Nitekim kurs sonunda, öğretmen adayları öğrendiklerini,öğreticiler de öğrettiklerini var saydılar.Eğitici kursu düzenleyenler,”nasıl olsa öğretmenliği öğrenmek için önlerinde uzun bir zaman dilimi var,yanlarında yörelerinde çalışacak olan deneyimli öğretmenlerin yaptıkları plan örneklerinden yararlanarak işlerini yürütebilirler” diye düşünüyor olmalıydılar.

Hidayet öğretmen önce gelen öğrencilerle karşılıklı tanışmaya çalıştı.Adını,soyadını söyledi,çocuklardan da aynı şeyi yapmalarını istedi.Karşılıklı söyleşilerle tanışma faslı bitti.Bu iş fazla bir zaman almadı.Daha önlerinde koskoca bir gün vardı.Hidayet ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu.”Ders mi yapsam acaba?” Diye düşündü.Ders yapmaya karar vermiş olsa, hangi dersle işe başlamalıydı?Okula gelecek olan öğrencilerin aynı sınıfa devam etmediklerini biliyordu.Birden beşe kadar farklı sınıflarda öğrenciler olduğuna göre, hepsine birden nasıl ders verilebilirdi?Tek derslikte beş sınıfa aynı anda ders vermenin yolu yöntemi nasıldı acaba?Bu konularda hiçbir şey bilmemesi Hidayet’i bunaltıyordu.Bu konular üzerinde edinebileceği kaynak kitaplar bulup okuması ve öğrenmesi gerektiğine karar verdi.O,şu an ne yapmalıydı?İlk günü nasıl değerlendirmeli, ona karar veremiyordu.Sonunda bu ilk çalışma gününü, temizliğe ayırmayı kararlaştırdı.Önce genel olarak temizliğin öneminden bahsetti. Çocukların vücut temizliğine,giyecek temizliğine dikkat etmeleri gerektiğini anlattı. Erkek öğrencilerin saçlarını kısa kestirmelerini, kızların ise her gün güzelce tarayarak örgü yaptırmalarını istedi. Daha sonra okumanın yararlarını anlattı.Hidayet Öğretmen’e aradan çok uzun bir zaman geçmiş gibi geliyordu. Saatine baktı,henüz yarım saat geçmiş olduğuna inanamadı. Koca bir günü ne ile dolduracağını bir türlü bulamadı.Çocuklara “haydi kendi kendinize oynayın,”dedi.

Hidayet öğretmen’e,okulun ilk iş günü o kadar uzun geldi ki asla akşam olmayacak sandı.Köye geldiğinden bu yana akşamın olmasını hiç istemeyen Hidayet, o gün,güneşin bir noktaya çivilenmiş gibi, bir türlü batı ufkuna doğru gitmemesine için için kızdı.Saate bağlı kalmadan bazen derslikte bazen bahçede çocukları oyalamaya çalıştı.Çocuklar bin bir türlü sorular yönelterek öğretmenlerini zor durumda bıraktılar.Hidayet Öğretmen içinden, “çocuklar da ne çok soru soruyorlar böyle,” diye düşünüyordu.Akşama kadar,hiç ummadığı,çocuk yaşlarından beklemediği bir çok soru ile karşılaştı.Çocuklar öğretmenlerinin bilgisini ölçmek istiyorlar gibiydi.Hidayet bildiklerini zevkle yanıtlarken, bilmedikleri karşısında zaman zaman zorlandığı oldu.Öğrencilerin evlere dağılma saati yaklaşırken, Hidayet Öğretmen’in içi sıkıntıdan patlayacak gibiydi.Çocuklara duyduğu kızgınlık bir nefrete dönüşüyordu.İçinden hepsini bir güzel pataklamak geliyordu.Bu düşüncesine engel olmakta epeyce zorlandı.Nihayet akşamın olması O’nu büyük bir beladan kurtardı.

Akşam lojmanda gene tek başınaydı.Okulun ilk iş gününün değerlendirmesine girişti.Öğrencilerin yönelttiği sorular karşısında ne denli yetersiz kaldığını üzülerek kabullendi.Çocuklardan gelen sorulara verdiği ve şimdi konu ile ne kadar ilgisiz ve saçma bulduğu yanıtlara kahkahalarla gülmeye başladı.Güldü,güldü.Bir gülme krizine tutulmuş gibiydi.Gülmesine uzunca bir süre engel olamadı.Aslında O,bir yandan gülüyor diğer yandan da ağlıyordu.Bir anlamda ağlanacak durumunu biliyor ama bunu gülme şeklinde açığa vurarak kendini alaya almaya çalışıyordu.Sesinde bir gülme ritmi duyulsa da yüzünde ağlamanın hüznü vardı.Duyguları ile davranışları birbirleriyle tutarlı değillerdi.Sinirlerine hakim olamıyordu.Büyümüş göz bebekleri ile anlamsızca çevresine bakınıyordu.Bir süre sonra gülme sesinin yerini hıçkırık aldı.Gözlerinden süzülmekte olan yaşlar, zavallı bir çaresizliğin sessiz dilleriydi.

Haftanın ikinci günü okula gelen öğrenci sayısı otuza yakındı.Artık öğrenciler,okul giysilerini giyinmiş,ders araçlarını gereçlerini yanlarına almış olarak okula geliyorlardı.Perşembe günü ise kayıtlı öğrencilerin tamamı okuldaydılar. Çocuklar büyük ölçüde eksiklerini gidermişlerdi. İçlerinde,arkadaşlarına kavuşmuş olmanın yanı sıra , yeniden kendi köylerinin okulunda derse başlamanın da büyük heyecanı ve sevinci vardı.Okul binaları çok bakımlı ve görkemli olmasa da, taşımalı eğitim sırasında olduğu gibi, sabahın çok erken saatlerinde kalkıp yollara düşmekten kurtulmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorlardı.Günün her saatinde ,gereksinim duyacakları her an, evlerine gidip gelebileceklerini bilmek, onlara güven veriyordu.Bu güven ortamında öğrencileri ikileme sürükleyen tek konu, yeni öğretmenlerinin ara sıra sergilediği olağan dışı tutum ve davranışları idi.

Henüz tam olarak derslere başlanmamıştı.Herhangi bir zaman planlaması da yoktu.Derse başlama ve bitirme saatleri düzensizdi.Öğretmenleri ile iyi bir iletişim kuramamışlardı.Bazen öğrenmek için, bazen merak ettiklerinden ötürü ,çeşitli konularda soru yöneltmeleri, öğretmenlerini çok sinirlendiriyordu.Öğretmenlerinin gözlerinde zaman zaman beliren ve dipsiz bir kuyuyu andıran boş bakışları çocukları korkutuyordu.Okulun açıldığı ilk üç gün, zamanın çoğunu ya kendi aralarında oyunlar oynayarak ya da konuşarak boşa geçirmişlerdi. Bir gün önce Hidayet öğretmende gözlemledikleri anormal davranışa bir anlam verememişlerdi. Ortada gülünç bir durum yokken, öğretmenlerinin yüksek sesle uzun süre gülmesi ve sonrasında kendisini izleyen öğrencilerin üzerine yürümesine, hiçbir anlam verememişlerdi.Öğretmenlerini bu denli güldürecek ya da sinirlendirecek hiçbir neden yoktu.O günün son dersine kadar Hidayet öğretmenin davranışlarında görülen olağan dışılık, son dersin bitmesine az bir zaman kala, iyice çekilmez boyutlara ulaştı.Durup dururken, bir insan boğazından çıkması mümkün olmayan ses tonu ile bağırarak öğrencilerin üzerine yürümesi, çocukların aklını başlarından aldı.Okullarına kavuşmuş olmanın sevinci, yerini korkuya bıraktı.Okul çantalarını bile almadan koşarak, sınıfı terk ettiler.

Hidayet Öğretmen’in psikolojisi hepten bozuluyor gibiydi.Bir an bilinci duruluyor ve anımsayabildiği anlamsız davranışlarından dolayı, hem kendinden utanıyor hem de üzülüyordu.Neden böyle davrandığını bilmiyordu.Bir şeylerden kaçmaya, kurtulmaya çalıştığını duyumsuyor ama neden ve nereden kaçmak istediğini tam olarak çıkaramıyordu.Bazen bulunduğu yerin bile farkında olmadan, ruhsuz bir robot gibi dolaşıp duruyordu.

O akşam,sabaha kadar gene uyumadı.Lojmanın odalarında dolaştı durdu.Ara sıra mezarlığa bakan oda penceresinden dışarıyı görmeye çalışıyor,aslında olmayan ama O’nun kulağında çınlayan korkunç sesler duyduğunu sanarak ,elleriyle kulaklarını kapamaya çalışıyordu.Uykusuzluk ve huzursuzluk gözlerini birer kan çanağına çevirmişti.Çok yorulduğu zaman, uzandığı yer yatağının üzerinden, gözleri oda tavanının bir noktasına çivilenmiş bir halde dalıp gidiyordu.Artık duyu organlarının algılamalarına en küçük bir tepki vermiyor, içgüdüsünün yönlendirmeleriyle hareket ediyordu.

Sabahın olduğunun farkına bile varmadı.Sanki çok ağır bir işte, hiç durmadan günlerce çalışmış gibi, tüm vücudunun sızladığını hissediyordu. Akşam kapatmayı unuttuğu, kepenksiz pencereden içeri dolan güneş ışığı da Hidayet için, hiçbir anlam ifade etmiyordu.Sonsuz bir boşlukta yüzüyor gibiydi.Ne yapması gerektiğini,nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmiyor,bilmek de istemiyordu.O’nun tek isteği, bedeninin her zerresini sızlatan ağrılardan kurtulmak için,rahatsız edilmeden, günlerce yatabilmekti.Şimdi nerede olduğunu dahi anımsamıyordu.Bir an kendi ile ilgili düşünmeye ve bazı kararlar almaya zorlasa beyni bir mengene ile ezilircesine zonkluyordu.

Lojmanın kapısının davul çalar gibi dövülmekte olduğunu duyduğunda, yerinden güçlükle doğruldu.Oturduğu yatağın üzerinde yavaş hareketlerle elbisesini çıkarmaya başladı.Kapı vurulmasına kulaklarını tıkadı.Hiç kimse tarafından rahatsız edilmek istemiyordu.Şimdi çırılçıplak kalmıştı.İçinden kapıyı yumruklamakta olanlara gülmek geldi.

Derse başlama saatlerinin çoktan geçtiğini gören öğrenciler, öğretmenlerini uyarmak için kapıya vuruyorlardı.Bahçede oyun oynamaktan sıkılmışlardı.Uzun süre saygılı bir şekilde lojman kapısına vururken, giderek vuruşları sertleşti.Çocukların giderek artan bir şiddetle kapıya vurmaları Hidayet Öğretmen’i rahatsız etmiyor, hatta onlarla bir oyun oynuyormuş gibi, içinden kıs kıs gülüyordu.Bu gülünç durum uzun süre devam etti.Ancak bir süre sonra kapıya vurulan darbeler, Hidayet’i rahatsız etmeye başladı.Kapı sesinin beyninde yankılanmasına daha fazla dayanamayacağını anladı.İçinde kabaran öfke ile kapıya yürüdü.Akşamdan sürgülemeyi unuttuğu kapıyı hızla çekti.Neredeyse okulun tüm öğrencileri kapının önünde toplanmışlardı.Çocuklar,çırılçıplak karşılarına dikilen öğretmenlerinin yüzündeki korkunç ifadeyi görünce neye uğradıklarını şaşırdılar.Ağızlarını bile açmadan geri geri çekildiler.Hidayet öğretmen’de karşısında bu kadar bir kalabalık görmeyi beklemiyordu. Öğrencileri,kendisine zarar vermek üzere toplanmış düşman bir grup gibi algıladı.Hiç biri tanıdık gelmeyen bu topluluğun üzerine yürüdü. “Defolun alçaklar,benden ne istiyorsunuz?”Diye, boğazı yırtılırcasına bağırdı.Çocuklar büyük bir korku ile kaçıştılar.Bir anda okul bahçesi boşaldı.Öğrencilerin bir çoğu okula en yakın evlere doluştular.Köy muhtarının beşinci sınıfa giden kızı soluğu evlerinde aldı.Şaşkın gözlerle kendisine bakan ailesine bir süre ne olup bittiğini anlatamadı.Korku dolu gözlerle dışarıyı gösterirken durmadan hıçkırıyordu.Sonunda bir parça sakinleşti. “Baba bizim öğretmen delirmiş,”sözleri döküldü.Muhtar okulda bir sorun olduğunu anlamıştı.Hızlı adımlarla okula yürüdü.

Yol boyunca bir çok öğrenci velisi muhtarın arkasına takıldılar.Onlar da okulda neler olup bittiğini öğrenmek istiyorlardı.Okul bahçesinin duvarlarını kendilerine siper edinmiş birkaç beşinci sınıf öğrencisi dışında hiç kimse görünmüyordu.Okulun ve lojmanın kapıları kapalıydı.İçerilerden de herhangi bir yaşam belirtisi görünmüyordu.

Hidayet öğretmen, kapısına dikilen öğrencileri kovaladıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi tekrar lojmana girmişti.Bu defa kapının sürgüsünü takmayı da ihmal etmemişti.Gene yatağın üzerine oturmuş,gözleri sabit bir noktaya takılı olduğu halde dalıp gitmişti.

Hidayet,çıplak olduğundan habersizdi.Gündüzleri sıcak oluyordu ama yaklaşan sonbahar, geceleri epeyce soğutmuştu.Çıplak bedeni üşümeye başladı.Yavaştan başlayan titremeleri giderek şiddetleniyordu.Kendini frenlemeye ve titremesini bastırmaya çalışmasının bir yararı olmadığı gibi dişleri de birbirine vurmaya başladı.Bu sırada, pencereden odaya dolan güneş ışığının önü, bir gölge ile kesildi.Bu değişiklik Hidayet’in gözünden kaçmadı.Pencereye baktı.Pencereye yapışmış gibi duran bir çift gözün,kendisine bakmakta olduğunu görünce, korku ile ellerini yüzüne kapattı.”Bir eliyle,”çekil oradan” der gibi işaret yaptı.Aynı anda kapıya sertçe vurulduğunu duydu.Gene hiç önemsemeyecekti ama adının çağrıldığını duyunca dikkat kesildi.Sesin kime ait olduğunu çıkarmaya çalışıyordu.Dışarıdan gelen sesin muhtara ait olduğunu anlamıştı.Biraz ikirciklendi,açsam mı açmasam mı diye düşündü.Muhtarın sesi O’na güven veriyordu.Kapıyı açmaya karar verdi. Hala çıplak olduğunun ayırdında değildi.Kapının sürgüsünü çekti,kapı açıldı.Muhtar, karşısında anadan doğma çıplak duran Hidayet Öğretmen’e şaşkın şaşkın baktı.Kendini çabucak toparlamayı başardı.Öğretmen’in bunalım geçirmekte olduğunu anladı.İçini dolduran öfkenin yerini bir acıma duygusu aldı.Hidayet’in durumu gerçekten içler acısıydı.Saç baş darmadağınıktı.Giysilerinin her bir parçası odanın değişik yerlerine atılmıştı. “Bu ne hal Hoca? “ Dedi,muhtar. “Hemen elbiselerini giyin,üşütür hastalanırsın.”Odaya birkaç köylü girdi.Hidayet’ e acıma ile karışık biraz da korkarak bakıyorlardı.Muhtar her biri farklı bir yere savrulmuş giysileri topladı.Küçük bir çocuğu giydirir gibi Hidayet’i giydirmeye koyuldu.Hidayet hiç tepki vermeden uysal bir çocuk gibi elbiselerini giydi.Ara sıra ağzından, iyi anlaşılamayan bir takım sözcükler dökülüyordu. “Ben neredeyim?Benim burada ne işim var?Ben çok hastayım,lütfen bana yardım edin.” Kesik kesik konuşuyordu.Muhtar durumu kavramıştı.Hidayet Öğretmen’in bir an önce doktora gitmesi gerekiyordu.Yanındaki köylülerden birine “çabuk traktörü hazırla,hocayı şehre götürmemiz gerek,” dedi.

Hidayet’in muhtara olan güveni tamdı.O ne söylerse,babasının her sözünü yerine getiren uysal bir çocuk gibi, hiç karşı koymadan uyguluyordu.Köy ihtiyar heyetinden Halil’in üstü çadırsız traktörü ile şehre hareket ettiler.Muhtar,Hidayet öğretmen’in olası taşkın bir hareketine karşı,kendilerine yardımcı olması için ,yanlarına güçlü kuvvetli bir kişi daha almayı uygun görmüştü. Hidayet uyur gezer gibiydi.Sanki hiçbir şey görmüyor,duymuyor,hissetmiyordu.Muhtarın düşündüğü gibi olmadı.Yol boyu hiçbir sorun yaşamadan ilçeye ulaştılar.Traktör ilçe milli eğitim müdürlüğü önünde durduğunda, traktörden aşağı ilk atlayan, güvenlik için yanlarına aldıkları genç oldu.Sonra muhtar indi traktörden. Hidayet bir heykel gibi hareketsiz duruyordu.Şaşkın bakışlarla çevreyi tanımaya çalışıyordu.Muhtar, “haydi hoca,şehre geldik,in aşağıya,”dedi.Hidayet’in gözlerinde bir korkunun izleri vardı. “Yoo…”Dedi, “burası bizim ev değil.”Muhtar uzanıp Öğretmen’in elini tuttu.Sesine yumuşak ve ikna edici bir ton vermeye çalışarak,” Gel be hoca,burası elbette sizin ev değil,burası sizin müdürlük.Tanımadın mı?Haydi atla aşağıya,daha sonra sizin eve de gideriz.”Elinden tuttu ve yavaşça çekti.Hidayet bir an boş bulunduğu için dengesini kaybetti.Düşmek üzereyken,güvenlik için yanlarında gelen delikanlı,tam zamanında Hidayet’i tuttu.Birlikte müdürlüğün bahçesinden içeri girdiler.

Toprak zeminli köy yollarının ince tozu elbiselerini bomboz etmişti.Yüzleri bile tozdan tanınmaz bir haldeydi.Muhtar önce kendi elbisesinin tozunu sonra da Hidayet’in elbiselerini temizledi.Sonra kolundan tutarak içeri girdiler.

İlçe müdürü muhtarı tanıyordu. Hidayet Öğretmen’ i de anımsadı. Masasının karşısındaki koltuklara buyur etti.Hidayet boş gözlerle odayı tarıyor gibiydi. Muhtar, “müdürüm,hocamız biraz rahatsızlanmış,bir doktora göstermek üzere geldik,” dedi.Müdür endişe ile Hidayet’e baktı.Hidayet hiçbir şeyle ilgilenmiyordu.O, gene içine kapanmıştı.Sessizce oturuyordu. Sanki hakkında konuşulan kişi kendisi değil bir başkasıydı. Müdür, ”geçmiş olsun Hidayet Bey,neyiniz var?” diye sordu.Hidayet yanıt vermedi. Soru başka birine yöneltilmiş gibi ilgisiz oturuyordu. Muhtar, Hidayet’in görmesini istemediğini belli eden bir tavırla, elini kafasının arkasında sallayarak “deli” anlamında bir hareket yaptı. Müdür büsbütün endişelendi.Yüzünde büyük bir üzüntünün yansıması vardı. Telaşlandığı belli oluyordu.Koltuğunun arkasındaki bir düğmeye dokundu, Çok geçmeden bir hizmetli içeri girdi.Müdür,”hemen bir hasta sevk tutanağı hazırlasınlar,hocayı doktora gönderelim.” Dedi.

İşlemler kısa sürede tamamlandı.İlçe Milli Eğitim müdürü,Hidayet’i dairenin resmi arabası ile devlet hastanesine gönderdi.Yardımcılarından birini eşlik etmek üzere Hidayet’in yanına görevlendirdi.Hastanede bir dahiliye doktoru muayene ettikten sonra il merkezine gitmelerini söyledi.Zira ilçede psikiyatri bölümü yoktu.Hep birlikte il merkezinin yolunu tuttular.

İl devlet hastanesinde Hidayet bir psikolog tarafından incelendi. Hastanede yatması yönünde görüş bildirdi. “Önemli bir depresyon geçiriyor, gözetim altında tutulması uygun olur. İşlemlerini yaptırın, hastaneye alalım.” dedi. Hidayet Öğretmen hastaneye yattı.

Hidayet, hastanede üç hafta kaldı.Üçüncü haftanın sonunda taburcu edildi.Bu süre zarfında oldukça dinlenmiş ve kendine gelmişti.Doktorunun yaptığı terapiler işe yaramıştı.Artık daha tutarlı davranıyordu.Söylemleri akılcıydı.Bilinci eski duruluğuna kavuşmuştu.Ancak gene de ara sıra takılıp kaldığı bazı konular yok değildi.Örneğin şu bilgisayar konusu O’nda bir saplantı olmaya devam ediyordu.Hastanede kaldığı süre içerisinde, hastabakıcılara aldırmak suretiyle edindiği bilgisayar dergilerini, elinden düşürmüyordu.Bu dergilere neden bu kadar ilgi duyduğu sorulduğunda, “ öğrencilerimin bilgisayar konusundaki sorularına doğru yanıtlar verebilmek için” diye yanıtlıyordu.İçeriği bilgisayar olan bir kitabı elinden hiç bırakmıyordu.Bu saplantısının dışında başka bir sorunu yoktu.Doktoru yirmi günlük bir rapor düzenlemiş,bu sürenin sonunda bir kez daha kendisine görünmesini istemişti.Hidayet memleketine gideceği için sevinerek hastaneden ayrıldı.

Hidayet, hastaneden doğruca öğretmen evine gitti.Eğitime ön hazırlık semineri süresince orada kalmıştı.Bulmakta zorlanmadı.Öğretmen evi küçük bir bahçe içerisinde eski bir binada hizmet veriyordu.Yol cephesi dört,arka bahçeye bakan taraf ise iki katlı idi.Öndeki bölümün ilk katı yemekhaneye,ikinci katı yönetim ve hizmet birimlerine,üçüncü ve dördüncü katlar ise yatakhanelere ayrılmıştı.Oyun salonu ile okuma odası ikinci katta yer alıyordu. Bu iki odanın kapıları küçük bir holde karşı karşıya duruyorlardı.

Hidayet’in durumu il milli eğitim müdürü tarafından da biliniyor ve yakından izleniyordu.Hidayet’in doktorundan zaman zaman bilgi aldığı oluyordu.Hastaneden taburcu olduğu gün müdür,öğretmen evi yönetimine Hidayet’e yardımcı olunması talimatını vermişti.Odaların en geniş ve ferah olanını Hidayet için ayırdılar.

Hidayet Öğretmen,öğretmen evinde kaldığı bu ilk geceyi çok rahat geçirdi.İki kişilik odada yalnızdı.Odasında bir dahili telefon ve bir lavabo vardı.Dolabı,masası ve sandalyesi yeni alınmış gibiydi.Bulunduğu katın ortak banyosunda duşunu aldıktan sonra uzandığı yatakta deliksiz bir uyku çekti.Sabah çelik gibi dinç ve dinlenmiş olarak kalktı.Odasından çıkarken,kendisine hiç ağır gelmeyen çantasını yanına aldı.Çantayı kaldığı odada bırakmamasının nedeni, eşyasına bir zarar gelme olasılığı değildi.Raporlu olduğu yirmi günün, ne kadarını memleketinde geçireceğine henüz karar verememiş olmasından dolayı, çantayı yanına alma ihtiyacı duymuştu.Eğer o gün, memleketine gitmeye karar verirse, eşyası yanında olsun istiyordu.

Binanın alt katındaki yemekhaneye indi.Kendisi gibi geç kalkan birkaç öğretmen kahvaltı yapıyorlardı.Hidayet hastanede her sabah çorba içmekten usanmıştı.Farklı bir kahvaltı yapmak istedi.Kahvaltı tabağına yiyeceklerini kendisi koydu. Camlı tarafta yolu doğrudan gören bir masa seçti.Büyük bardakla aldığı çayın şekerini karıştırırken aklı gene bilgisayar konusuna takıldı.Yanında taşıdığı çantadan bilgisayarları anlatan bir kitap çıkardı.Bir yandan çayını yudumlarken öte yandan sınava hazırlanan bir öğrenci gibi kitabı incelemeye başladı.Bu yüzden kahvaltısı uzadıkça uzadı.Görevli birisi uyarmasa belki akşama kadar oturabilirdi.Yemekhanenin öğle yemeği için hazırlanacağı söylendiğinden saat on birde yemekhaneden çıktı.Gidecek bir yer yoktu.”En iyisi okuma odasına çıkarak elimdeki kitabı incelemek” diye düşündü.Binanın ikinci katına çıktı.

Okuma salonunda sekiz on öğretmen vardı.Kimi televizyon izliyor, kimi gazete okuyor,kimisi de aralarında sessizce sohbet ediyorlardı.Hidayet kapının önünde durdu ve bir süre içeride oturanlara baktı.Sonra,içerideki insanlara en uzak konumdaki bir koltuğu seçerek oturdu.Orada bulunanlardan hiç birini tanımıyordu.Çok geçmeden tüm dikkatini vererek elindeki kitabı okumaya daldı.Kendisini kitaba öyle çok daldırmıştı ki nerede olduğunu unutmuştu.Bazen sesli okuyor,bazen kendisine sorulan bir soruya yanıt veriyormuş gibi heyecanla bir şeyler anlatmaya başlıyordu.İçeridekiler şaşkın şaşkın Hidayet’e baktılar.Yüzlerinde alaycı bir gülümseme vardı.Odanın sessizliği derinleşti.Şimdi duyulan tek ses Hidayet’in sesiydi.Odaya çay servisi yapan garson girdi.Odadaki olağan dışı durumu görünce eliyle bir şeyler anlatmaya çalıştı.Hidayet’in yanına geldi.O’nun dikkatini çekecek bir ses tonu ile,” hocam çay ister misin?” diye sordu.Hidayet öğretmen bir an sustu,şaşırmış gibi çevresine baktı.Odada oturanların açıklama bekleyen yüz ifadelerini gördü.Bir açıklama yapma gereği duydu.”Öğrencilerime bilgisayar konusunu iyi öğretmek istiyorum.Bu yüzden kendimi geliştirmem gerek.”Dedi. Kimse konuşmadı.Garson sorusunu yineledi. “Çay ister misiniz?” “Hayır,istemem,ben çayımı içtim,lütfen beni rahatsız etmeyin.” Diye sertçe yanıt verdi. Garson, diğer öğretmenlere çay dağıtırken, Hidayet Öğretmen hakkında bildiklerini, fısıltılı bir sesle onlara aktardı.

Televizyonda bir tartışma programı vardı.Hidayet’in ilgisini çekti. Dikkatini oraya yöneltti. Konuşmacılar zaman zaman sert tartışmalara giriyorlardı. Savundukları fikirleri bu yolla kabul ettirebileceklerini düşünüyor olmalıydılar.Hidayet öğretmen,o konuşmacılardan birisiymiş gibi, içlerinden birini destekliyor, bir başkasına karşı çıkıyordu.Fikirlerini paylaşmadığı konuşmacıya küfürler savurmaya başladı.Odada bulunanlar,biraz önce hakkında bilgi aldıkları Hidayet’e acıyarak bakıyorlardı.Hidayet gene kendi dünyasına dalmış nerede olduğunu bile unutmuştu.Oda tam bir sessizliğe gömülmüşken içeriye bir bayan girdi.Uzun boylu ve etine dolgundu.Bir basketbolcuya benziyordu.Topuklarına kadar inen geniş eteğinin üzerine,kalın ve uzun boğazlı bir kazak giymişti.Koluna asılı duran çanta dikkati çekecek kadar büyüktü.Giriş kapısının yanındaki boy aynasının önünde durdu.İçeride oturan öğretmenlerin yüzünde gene o alaycı gülümseme belirdi.Orada bulunanların bayanı tanıdığı belliydi.Herkes bayanı izlemeye başladı.Bayan çantasından saç fırçasını çıkardı.Aynada kendini seyrederek uzun uzun saçlarını fırçaladı.Saçının uçlarında oluşmuş kıvrımları açmak için oldukça çaba harcadı.Fırçalama işi bitince rujunu çıkardı,dudaklarını boyamaya başladı.Etli dudaklarını daha da kalınlaştırdı.Odanın en arkasında oturan öğretmen yanındakilere bayan hakkında bilgi veriyordu. “Bu yıl yeni atanan öğretmenlerden biri,” diyordu. “Asıl mesleği ziraat mühendisi imiş.Çok uzak bir dağ köyüne vermişler.Orada tek başına kalıyormuş.Zavallı kafayı yemiş.”Durumu yeni öğrenenler açıklama yapan öğretmeni soru yağmuruna tuttular. “Bunun kimsesi yok muymuş acaba?Yardım edecek birileri çıkmamış mı?Bu durumda nasıl öğretmenlik yapacak?” Buna benzer bir sürü sorularla bayanı daha iyi tanımaya çalışıyorlardı.Bayanı daha önceden tanıyan ve diğerlerine O’nun hakkında bilgi veren öğretmen, diğerlerinden oldukça yaşlıydı.Belki emekli olmuştu.Acı acı gülümsedi.Diğerlerine bir hayat dersi vermek ister gibi tane tane konuşmaya başladı.”Yardım edecek birileri olsaydı, herhalde tek başına o dağ başlarına salınmazdı.”Dedi.Daha sonra, son dönem yapılan öğretmen atamaları ile eğitimin getirildiği son nokta hakkında eleştirilerini sıraladı. “Bir ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmesinin yolu, nitelikli eğitimden geçer.Herkes bunu bilir,bunu söyler.Galiba bu ilkeyi bilmeyen tek kesim,ülkemizin eğitimine yön verenlerdir.Onlar ya bunu bilmezler ya da eğitimi fazla ciddiye almadıkları için çok büyük yanlışlıklar yaparlar.Son öğretmen atamaları da en büyük yanlışlardan biridir.Herhangi bir yüksek okul programından mezun olan gençleri, öğretmen olarak atamanın, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük olduğunun farkında bile değiller.Eğer bu yanlış uygulamanın gerekçesi yeterli öğretmen bulunamaması ise, sağlık alanında da çok sayıda doktor açığı olduğu söyleniyor;bence, yüksek okul bitiren herkesi doktor atasalar, ülkeye öğretmen atamasından daha az zarar verirler.Çünkü bir doktor, birkaç hastaya yanlış tedavi uygulayarak ya sakat bırakır ya da ölümüne neden olur.Bu kısa sürede kamu oyu tarafından öğrenileceği için kimse o doktora gitmez ve doktorun verdiği zarar önlenir.Ama öğretmen olmayan birini öğretmen atarsanız meslek yaşamı boyunca, binlerce çocuğun geleceğini karartırsınız.Ülkenin geleceğini dinamitlersiniz.İşte bu öğretmen atamaları ile ülkemiz için büyük değer taşıyan binlerce çocuğun geleceği tehlikeye atılmaktadır.Bu tür uygulamalarla ülkemiz çağdaş uygarlık düzeyine erişebilir mi?”

Aynanın önünde uzun süredir kendisine çeki düzen vermeye çalışan bayan öğretmen,havalı bir eda ile kendini son kez kontrol etti.Çantasından çıkardığı paketten bir sigara alarak,yeni boyadığı kalın dudaklarının arasına kıstırdı.Sigarasını yakmak için ceplerinde ve çantasında kibrit aradı.Belki de bilerek arama taklidi yapıyordu.Filmlerden gördüğü gibi, centilmen bir erkeğin sigarasını yakmasına fırsat yaratmak istiyor gibiydi.Bir süre aynı şekilde oyalanmasına rağmen, kimsenin kendisi ile ilgilenmediğini görünce,sonunda bulduğu süslü çakmağı cakalı bir hareketle ateşleyerek sigarasını yaktı.Derin derin nefeslendi.Ciğerlerine dolan dumanı havaya üfledi.Yüzünü odada oturanlara döndü.Eteğini dizine kadar topladı.İçeridekiler ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorlardı.Öğretmenlerden bir kaçı,bayanın bacak gösterisi yapacağını düşündüler.Utangaç bir tavırla başlarını pencereden yana çevirdiler.Oysa genç bayan, uzun eteğinin altından giydiği ve yeni boyanmış olduğu belli olan, uzun boğazlı çizmelerini kontrol ediyordu.Çizmelerini sevdiği görülüyordu.Daha sonra okuma odasında oturanların tek tek yüzlerine bakmaya başladı.Gözleri ile odada bulunanları süzdükten sonra,” çay içmek ister misiniz?” diye sordu. Arkasından,”çaylar benden ha..!” diye ekledi.Çay ocağı oyun salonunun girişindeydi.Hole doğru yürüdü. “Heeey! Çaycı,okuma odasına çay getir,”diye bağırdı.Geri içeri döndü. Gözü odanın en arka bir köşesinde tek başına oturan Hidayet’e ilişti.Hidayet bayanla hiç ilgilenmiyormuş gibi duruyordu.O’nun yanına gitti.Hidayet ciddi bir tavırla televizyona bakıyordu.Bayan öğretmen, Hidayet’in görüş alanını kapatacak şekilde, tam önünde durdu.Hidayet önünde kimin ve niçin durduğu ile alakadar olmadan başını yana eğerek televizyonu görmeye çalıştı.Bayan Hidayet’in ilgisini çekemediğini anlamıştı.Bu kez bilerek ayağına bastı. “Heey,yakışıklı,ilk kez mi bir televizyon görüyorsun? Bana bak ,bana.”Dedi.Hidayet şaşırmıştı.Gene de bayanın yüzüne sakin sakin baktı.O’nu daha önce bir yerlerde gördüğünü anımsadı. Nerede karşılaşmış olabileceklerini düşündü. Bir türlü çıkaramadı. Okuma odasında bulunanların tümü, artık bu ilginç ikiliye bakıyorlardı. Yalnızca,oraya en son gelerek gazetesini okumaya çalışan orta yaşlı, kır saçlı öğretmenin yüzünde,rahatsız edildiği için kızdığını anlatan bir ifade vardı.Sonunda bu şartlarda okumayı sürdüremeyeceğini anladı ve O’da diğerlerine katıldı.Kendi kendine mırıldanır gibi konuşuyordu. “Bir ülkenin temelleri bundan daha ustaca dinamitlenemezdi.Yetmişli yıllarda yapılan aynı yanlışlıklar yüzünden memleket az çekmedi.Ama bu gün görüyoruz ki o hatalardan hiç ders alınmamış.Yazık bu güzelim memlekete,sırça köşklerden bir ülke ancak işte böyle yönetilir.Bu gençlerin halini görseler de ellerine kınalar yaksalar.”

Bayan öğretmen birkaç kez oyun salonuna girdi,geri çıktı.Biraz önce ısmarladığı çayların gelmemesine kızmıştı.Çay ocağındaki görevliye tekrar bağırdı.”Size çay getirmenizi söyledim,neden hala gelmedi çaylar?Herkese benden çay dağıt lütfen.” Yanından geçmekte olan garsonu durdurdu.Cüzdanından bir on binlik çıkarıp uzattı.”Al,çay paralarını peşin veriyorum,yeter mi bu para?”Garson bayanı iyi tanıyordu.Günlerdir aynı görüntülere tanık olmuştu.Öğretmen evinde çalışanlar bu bayanın öyküsünü en ince ayrıntısına kadar öğrenmişlerdi: Uzak bir ilçenin uzak köylerinden birine tek başına atanmış.Asıl mesleği öğretmenlik olmadığı için karşılaştığı sorunların üstesinden gelmekte zorlanmış.İki hafta ancak dayanabilmiş.Psikolojik bunalıma girmiş.Hastanede tedavi görmüş.Şimdi ayakta tedavi ediliyormuş.Buraya kadar olan öyküsü Hidayet Öğretmen’le tam olarak uyuşuyordu.O’nunkinden farkı,öğretmen evinde kaldığı her gün herkese çay ısmarlama oyunları idi.

Hidayet Öğretmen aynı sakin tavırla oturmaktaydı.Garsona çay paralarını verip tekrar çay getirmelerini isteyen bayan öğretmen Hidayet’in yanındaki koltuğa oturdu.Bacak bacak üstüne attı.Çantasından makyaj setini çıkarttı.Küçük ve kapaklı aynasını çıkararak yüzünü inceledi.Hidayet’e ,”beni güzel bulmuyor musun?”diye sordu.Hidayet hiçbir şey duymamış gibi televizyona bakmayı sürdürüyordu.Bayan Hidayet’in ilgisini çekmekte kesin kararlıydı.Omzundan tuttu ve sarstı.” Bana bakar mısın,ben güzel miyim?” diye sorusunu tekrarladı.Hidayet bu kez bayanın yüzünü saf saf inceledi. “Yorum yok.” Dedi. Bayan,”neden yorum yok?” diye üsteledi. Hidayet yanıt vermedi. Bayan elindekileri çantasına soktu ve çantasını omzuna asarak ayağa kalktı. Bu arada kendisi ile birlikte Hidayet’i de kolundan tutarak, kalkmaya zorlamıştı. ”Üüüf. sıkıldım, haydi birlikte dolaşalım biraz.” dedi. Bu kez Hidayet hiç itiraz etmedi. Kalktı ve bayanın koluna girdi.Uzun zamandır birbirlerini tanıyan iki eski dost gibi birlikte ve kol kola, okuma odasından çıktılar. Tam kapıda çaycı elinde çay tepsisi ile içeri giriyordu. ”Çay içmeden mi gidiyorsunuz?”diye sordu. Bayan öğretmen, “sen içeridekilere dağıt.Biz dönünce içeriz.”dedi.Birlikte öğretmen evini terk ettiler.

Hidayet aldığı ilaçların etkisiyle bir uyur gezer gibi durgundu.Kendisini bir şeyler anımsamaya zorluyor,bazı kararlar alması gerektiğini seziyor ama bir türlü başaramıyordu.Kafasının içi boşalmış gibiydi.Sanki beynindeki yaşam birikimlerinin hepsi birden silinivermişti.Saatlerdir kol kola gezdikleri bayanın hiç susmayan çenesi başını ağrıtmıştı.Yanındakinin kim olduğunu sonunda anımsayabilmişti.Aynı dönemde atamaları yapıldığı için eğitime hazırlık seminerine birlikte katılmışlardı.Yirmişer kişilik gruplar halinde katıldıkları seminer boyunca bu bayanla, birkaç kez konuştuklarını hatırladı.Bunları hatırladıktan sonra bayana olan ilgisi kayboldu.Kendi iç dünyasına döndü.Yanındaki güzel bir bayan değil de sanki büyükçe bir çantaydı.Koluna asılarak yürümesi Hidayet’i yormuştu.Bir yolunu bularak bu yükten kurtulması gerektiğini düşündü.Saate baktı,dörde geliyordu.Memleketinden geçen otobüsün tam hareket etme zamanı idi.Kafasında bir şimşek çaktı.Buralarda tek başına zaman geçirmektense kendi evlerinde olmanın çok daha iyi olacağına karar verdi.Koluna yaslanmış olarak yürümekte olan bayan öğretmene, “ben memlekete gidiyorum,”dedi.Bayan böyle bir davranış beklemiyor olmalıydı.”Ne memleketi?”dedi. “Memlekete gitmekte nereden çıktı? Biz öğretmenleriz.Köylerimizde öğrencilerimiz bizleri bekliyor.” Amacının Hidayet’i bu kararından vazgeçirmek olduğu açıktı.Hidayet buna izin vermedi.Kolunu bayandan kurtardı.Çantası yanındaydı.Doğru terminale gidebilir ve otobüse yetişebilirdi.”Boş ver köyü,öğrenciyi” dedi. “Ben anneme gidiyorum.”Arkasını dönerek hızla terminale doğru yürüdü.Genç bayan, yol ortasında tek başına kaldı. Koşar adım terminale gitmekte olan Hidayet’in arkasından bakarken gözlerinden yanaklarına doğru. iki damla göz yaşı süzüldü.

Hidayet’in son anda yetişerek bindiği otobüs tıklım tıklım doluydu.En arkadaki son koltuğu vermişlerdi.Yanında üç çocuğu ile yolculuk eden orta yaşlı bir bayan vardı.Onlarla hiç ilgilenmedi.Otobüs hareket eder etmez çantasından bilgisayar kitabını çıkardı.Dikkatle okumaya başladı.Yanındaki çocukların konuşmaları hiç kesilmiyordu.Durmadan birbirleri ile şakalaşıyor ve yüksek sesle gülüyorlardı.Sesler Hidayet’i rahatsız etmekteydi.Çocukların sesleri beyninde ötüyordu.Bir kaç kez çocuklara ve onları uslu durmaları konusunda uyarmayan kadına ters ters baktı.Kimse O’nun bakışlarını önemsemedi.Bu defa sert bir ses tonu ile gürültü yapmamalarını istedi.Çocuklar Hidayet Öğretmen’i hiç önemsemediler. “Susun , susun be,allahın belaları,benim şu bilgisayar konusunu öğrenmem lazım.Yarın öğrencilerime ders vereceğim.Ben bilmezsem onlara nasıl öğreteceğim?”Hidayet avaz avaz bağırıyordu.Otobüsün tüm yolcuları, arkada ne olup bittiğini anlamak için, başlarını o yöne çevirdiler.Hidayet’in yanında oturmakta olan çocuklar bir anda suspus oldular.Gözlerinde büyük bir korkunun izleri vardı.Annelerine kendilerini korumasını ister gibi bakıyorlardı.Otobüsün muavini koşarak yanlarına geldi.Hidayet’e “Lütfen sakin olun beyefendi,sakin olun.”dedi.Muavin,Hidayet’in gözlerindeki bakışlarda bir tuhaflık olduğunu sezdi.Hidayet, “Ben sakin olamam,bu çocuklar benim kitap okumama engel oluyorlar.Bilgisayar öğrenmemi önlüyorlar.Ben bu çocuklarla aynı yerde oturamam,beni başka bir yere al.” Dedi.Muavin koşar adımlarla durumu şoföre anlattı ve ne yapması gerektiğini sordu.Şoför uygun bir yerde arabayı durdurdu.Olayı kendisinin müdahale etmesi gerektiğini düşünmüştü.Orta sıralarda oturan tanıdık birini Hidayet’le yer değiştirmeye ikna etti.Hidayet kendi için açılan yere oturmadan önce aynı koltuğu paylaşacağı yolcuyu uzun uzun inceledi.Cam kenarında oturan yolcu,elli yaşlarında,düzgün giyimli ve sakin görünüşlü bir beydi.Hidayet kendisine ayrılan yere oturmakta bir sakınca olmadığına karar vermiş olmalıydı. Yerine oturdu.Yol arkadaşı sıcak bir ses tonu ile Hidayet’e “merhaba,”dedi. “Yolculuk nereye?” Sıcak ses tonu Hidayet’e güvenli geldi ama adamın iyi niyetinden tam emin olmak için bir süre bekledi. Sonra, ”Malatya’ ya, evime gidiyorum.” dedi. Elinde sıkıca tuttuğu kitabı açarak tekrar okumaya daldı.

Karanlık çökmüştü.Tepeden inen spot ışığı okuma için yeterli değildi.Hidayet’in küçük puntolarla yazılmış kitabı okumakta zorlandığı belli oluyordu.Yanında sessizce oturmakta olan yol arkadaşı göz ucuyla Hidayet’in okumaya çalıştığı kitaba baktı.Hidayet’te adamın kaçamak bakışlarının farkına varmıştı.Bir açıklama yapma gereği duydu.“Öğrencilerime bilgisayar konusunda doğru bilgiler verebilmek için çalışıyorum.”dedi.Orta yaşlı adam,”öğretmen misiniz?” diye sordu. Hidayet “hayır,”dedi. “Aslında evet.Benim asıl mesleğim jeoloji mühendisliği ama şimdi sınıf öğretmenliği yapıyorum.” Sonra tüm yaşam öyküsünü ayrıntılı bir şekilde anlatmaya başladı.

Araba Malatya’ya gelmişti. Hidayet, şehrin geniş caddelerini aydınlatan parlak sokak lambalarının başladığı yerde donuk bakışlarını yanındaki adama çevirdi. “Beni bizim sokağın başında indirmelerine yardımcı olabilir misiniz?” Diye sordu.Sesinde yolunu kaybetmiş küçük bir çocuğun korkulu titreşimleri gizliydi.Adam Hidayet’in ruh halini anlamıştı.Bu soruya fazla şaşırmadı. “Hangi sokakta ineceksin,tarif edebilir misin?” dedi.Hidayet düşünüyordu.Alnı kırışmıştı.Sıkıntılı olduğu belliydi. “Bizim sokağın nerede olduğunu bir türlü anımsayamıyorum.Adı da hatırımda kalmamış.Neyse canım, bir bilene sorarım elbet.”dedi. Adam muavini yanlarına çağırdı. “Bu arkadaşı şehrin en uygun bir yerinde indirir misiniz?” dedi.

Yol, şimdi yüksek apartmanların arasından geçiyordu. Hidayet, dikkatle dışarıya bakıyor ve tanıdık bir şeyler arıyor gibiydi. Birden oturduğu yerden kalktı. Yüksek bir ses tonu ile, “Beni burada indirin lütfen,”dedi. Araba sağa yaklaşarak durdu. Çevre tam aydınlık değildi.Bir elinde çantası diğer elinde bilgisayar kitabı olduğu halde arabadan indi. Yol arkadaşı buğulanan camı silerek dışarı baktı. Hidayet, yetersiz olan sokak lambalarının sarımsı aydınlığında, yavaş ve kuşkulu adımlarla, apartmanlara doğru yol alıyordu.

 

Bilal BENGÜ

 

 

ATATÜRK
 
FACEBOOK
 
SİNEMALAR
 
ONLİNE KİŞİ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (143 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol